İSKENDER ÖZSOY

İSKENDER ÖZSOY

ÜSTÜ KALSIN

Haziranda yaşamak ve ölmek

İşte yine haziran ve yine o günler.

3 Haziran, Nazım Hikmet’in ölümünün 55’nci;  17 Haziran, “951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün” diye özetlediği kaçışının 67. yılı.

Melda Kalyoncu, “şair”in baba bir kardeşi.

Özel sohbetlerde zaman zaman ağabeyini anlatıyordu Melda Hanım.

Ve elbette o yıllardaki eşi gazeteci Refik Erduran’ın yardımıyla Nazım’ın kaçışına tanıklığını da.

Önce Kalyoncu’nun (*) anlatımıyla Nazım Hikmet:

"Ağabeyim ben doğduğum zaman buralardaydı. Sonra Moskova’ya gitti. Geldi, Piraye Hanım’la evlendi, ayrı eve çıktı. Arada sırada karşılaşıyorduk. Onlar Erenköy’de otururdu. Kırk yılda bir annem bizi Erenköy’e götürürdü. 1938 yılında bütün kış Nişantaşı`nda beraber oturduk. 12 yaşındaydım. Ağabeyim İpek Film stüdyosunda çalışıyordu o zamanlar.”

YAKIŞIKLI AĞABEY

“Ağabeyim çok yakışıklıydı.Birgün Beyoğlu’da bir sinemaya götürdü. Tramvaya bindik. Herkes ona baktı. Sarı saçları kıvırcıktı. Ağabeyimin şiir yazışını da hatırlıyorum. Eve giden gelen çoktu. Akrabalar, arkadaşları, tanıdıklar.

O zamanlar Piraye Hanım’ın ilk evliliğinden olan çocukları Mehmet’le Suzan da aynı evde. Onların dedesi, halası ve yengesi de gelirdi. Nazım, o kalabalığın arasında elinde kalem kağıt, odayı arşınlayarak şiirini yazardı. Bir ara durur, yazdığı şiiri okurdu."

“Ağabeyimi ilk kez 1948 yılında Bursa Cezaevi’nde ziyaret ettiğimde onun kim olduğunun farkındaydım. Onu hapishane müdürünün odasında gördüğümde babamı görmüş gibi oldum. Nazım’ı Paşakapısı Cezaevi’nde açık grevi yaparken de ziyaret etmiş, grevden vazgeçmesini istemiştim. Cezaevinden çıktıktan sonra Büyükada`daki evimize geldi, birkaç gece kaldı. Çok iyi vakit geçirdik, oyunlar oynadık. Oğlu Mehmet, Münevver ve Münevver`in ilk evliliğinden olan kızı Renan ile geldiler. Ada’ya gelirken ağabeyim vapurun önünde açıkta duruyordu. Karşılamaya gittik. Bizde kaç gün kaldıysa, çok neşeliydi hep. Ağabeyim biraz çocuk gibiydi. Çabuk kanan, her zaman parlayan, ama hayat dolu duygusal bir insandı."

VE NAZIM’IN KAÇIŞI

Melda Kalyoncu, o sohbetlerimizde ağabeyinin Refik Erduran tarafından kaçırılışını şöyle anlatmıştı:

“Nazım, hapisten çıktıktan sonra baskı altına alınmıştı. O yaştaki adamı askere bile çağırmışlardı. Bir gün üstüne otomobil sürmüşler. Kaçış fikri esas bundan çıktı. Refik bir gün bana Nazım Hikmet’i deniz yoluyla Bulgaristan’a kaçıracağını söyledi. Ağabeyim kaçırılacağını bildiğimi bilmiyordu. Kaçışı sadece Nazım, Refik, ben, annesi Celile Hanım ve eşi Münevver Hanım biliyorduk. Samiye Hanım biliyor muydu, bilmiyorum. 17 Haziran Pazar sabahı Refik ağabeyimin beni görmesini istemedi. Onun için biraz geride durdum. Nazım’ı uzaktan seyrettim. Nazım’la Refik denize açıldıktan sonra Kireçburnu’na doğru yürüdüm.  Ve motor Boğaz’ı geçip nokta olana kadar arkalarından baktım ve sonra Beyoğlu’ndaki eve gittim.  Ağabeyimin kaçması gerekiyordu. Hapisten çıktıktan sonra baskı altına alınmıştı. Ağabeyim kaçtıktan sonra kendisinden hiç doğrudan haber alamadım, konuşmadım, görüşmedim. Nazım’dan haberler Münevver’den, ağabeyimin ona yazdığı mektuplardan geliyordu.”

YAŞAR KEMAL NE DİYOR?

Romancı Yaşar Kemal de kendisiyle yaptığım  ve 17 Haziran 2002 tarihinde TGC’nin günlük yayını Bizim Gazete’de yayınlanan röportajda Nazım’ı anlatırken “Nazım saf, temiz, çocuksu bir insandı. Hiç kimseyi kıskanmazdı.” demişti.

Yaşar Kemal’i o röportajda  “şair”in kaçışıyla ilgili olarak şunları anlatmıştı:

“Nazım’ın kaçış kararı çok yerindeydi. Bahriyeli Nazım’ı askerliğini yapmağı gerekçesiyle askere almaya kalktılar.vYaşı geçmişti ve hastaydı. Onu öldürmek için askere alacaklardı. Nazım bana Paris’te ‘Beni askerde öldüreceklerdi. Onun için kaçtım.’ demişti. O durumda olan herkes kaçabilirdi. Onun kaçışına polisini göz yumduğu iddiaları yalan. Kaçışı her şeyiyle Nazım ve Refik planlamış.”

…….

(*) Melda Kalyoncu 22 Şubat 2004 tarihinde İstanbul’da öldü.

 


<