İŞE YARAR BİR ŞEY...
Bizim oraya bir çok sanatçı gelir.
Gecen gün de ünlü yönetmen Pelin Esmer , elinde bir evrak, yüzünde harika bir tebessüm; işe yarar bir şey yapmış olmanın gönül rahatlığı ile bizim oraya geldi.
Sordum ; filmin adı '' İşe Yarar Bir Şey''imiş. Ben de iyi yüreği, yüzüne vurmuş hanım için içimden ;
-İnşallah İşe Yarar Bir Şey olmuştur, dedim. Filmin Youtube' a atılan fragmanını izleyince, işe yarar bir film olduğuna karar verdim.
Sinemaya 29 Ekim Pazar günü Beş matinesinde salon doluydu. Korku koridorlarından geçerek salonlardan bir salona girdim. Salon zifiri karanlık; film başlamıştı. Halk çocukları patlamış mısır, cips yiyerek, coca cola içerek seyre dalmışlardı. Salona girişim gece sahnelerine denk geldiğinden hayli olaylı oldu. Seyirci geç kalmamdan hoşnut olmadı. Aldırmadım. Sıra araları da bayağı dar imiş. Zar zor koltuğuma ulaşıp , filmi seyre daldım..
Koltuğuma oturur oturmaz, otuz sene öncesine gider oldum. Bilen bilir; ben bu işlere bulaşmadan önce yolcu, sonra demiryolcuydum. İşletmede avukat idim. Buharlının rampaları çıkarken yorgun argın ahlayıp oflaması, ağlayıp inlemesi , tekerlerin raylara çarparken çıkardığı tıkırtıları hala kulaklarımdadır. Makinenin kara dumanı hala genzimi yakar...Gömlek yakamın isi-pası da o günlerden kalmadır...
Bu filmde tren var, bir kaç yolcu var ; ne yazık demiryolcu yok...
Haydarpaşa Garından başlayıp , İzmir Alsancak'ta sona eren basit bir yolculuk hikayesi...Film bu ya, aynen “Türk filmlerindeki gibi “ bu yolculukta da yeni yetme bir hemşire kız ile yaşını başını almış kamil ve şair bir hanım arkadaş olurlar. Hemşire kız , ötenazı isteyen felçli bir hastayı öldürmek, şair hanim ise, yirmi beş yıl sonra ilk kez bir mezuniyet yemeğine katılmak üzere yola çıkmışlardır.
Konuşmalar gece treninin yemekli vagonunda klasik Türk müziği eşliğinde sürmektedir. Arkadaş hatırına cinayet işlemek üzere yola çıkan tıfıl hemşire Canan'ın hikayesi , şair Leyla hanımın ilgisini çeker ve gönüllü olarak bu hikayeye dahil olur.
Hasta İzmir'de deniz manzaralı şahane apartman dairesinde yatmakta, denizi seyretmektedir.
Hasta bakıcının olmadığı bir saatte hastanın evine girerler. Yatalak hasta edebiyata sanata meraklı entelektüel biridir nitekim şair hanimi hemen tanır, şiirlerinden bahsederler. Bu sırada üst kattaki müzisyen komşudan çello sesleri gelmektedir. Derken sair hanim ile felçli hasta arasında duygusal bir bağ oluşur.
Şair hanım , zehirli iğne ile öldürmeye hazırlanan hemşire kızı , niyetinden şimdilik vazgeçirir…
İki arkadaş, ertesi gün infaz için evin önüne tekrar geldiklerinde bakıcının , hastayla ilgilendiğini görürler.
Zehirli enjeksiyon yapma girişimi artık belirsiz bir tarihe kalmıştır...
Oradan ayrılırken perdede yazılar akar , makinist salonun ışıklarını yakar ; film biter; seyirci de evine gitmek üzere ayaklanır...
Sonunda gene öyle oldu. Film bitip aksam ışıkları çoktan yanmıştı. Mevsim güz, hava serinlemişti.
Seyirci bu kez kendi hayatının filminde başrolü oynamak üzere yola çıkmıştı...
Tren sahneleri, üst üste binen yansımalar, geniş açıdan alınan şehir manzaraları filme tad katmış. Başak Köklükaya' nın yakın plan çekimlerindeki güçlü yüz ifadesi tren camından hikayeye yansıyor..
Film İngmar Bergman'ın ''Sessizlik'' inden esintiler taşıyor...
Işıklar, yansımalar tren yolculuğunun unutulmaz görüntüleri olarak akılda kalanlar..
Pelin Esmer ile Barış Bıçakçı filmin senaryosunu birlikte yazmışlar…
Başak Köklükaya şair hanim , Öykü Karayel yeni yetme bir hemşire , Yiğit Özşener yatalak hasta rolleriyle oyunculuklarının hakkını vermişler...
Yönetmenin diğer filmlerini seyretmedim ama bu filmi beğendiklerim arasına çoktan kattım. Kısacası yönetmeni, senaristi, oyuncuları ve tüm ekip ,seyretmeye değer iyi bir film , işe yarar iyi bir şey yapmışlar.