102. Yılda Mübadelenin Öksüz Çocukları
102. Yılda Mübadelenin Öksüz Çocukları
Adına "mübadele" dediler, kıyımına uğrayanlara da "mübadil."
102 yıl önce, 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Yunan ve Türk Halkların Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol
sonucu Türkiye’ye geldiler.
Yaşadıklarına kendileri de inanamadı, yeni komşuları da.
Geride ev, tarla, toprağın yanı sıra doğup büyüdükleri yerlerin havasını, suyunu da bıraktıklarını nice sonra fark ettiler.
Hepsinden önemlisi geçmişlerini bıraktılar da geldiler.
Bir çoğu köklenip yeniden yeşerme uğruna uzun yılar mücadele etti, doğmadıkları topraklarda ölecek olmanın acısını yüreklerinde taşıyarak.
Aradan uzun, uzun yıllar geçti, yeşerdiler.
Ama yorgundular artık.
Bedenleri, ruhları iki vatan yorgunuydu.
Yaşlı günlerinde kimi "memleket"teki evlerinin bahçesindeki kiraz ağacını, dut ağacını hatırlıyordu: kimi de "porta"nın yanındaki bembeyaz açan kartopu çiçeğini.
Onların boyunları hep büküktü.
Hüznün çocuklarıydılar.
Yıllarca hüznü yaşadılar.
Hep bir eksiklik vardı hayatlarında.
Yaşları önemli değildi.
Hüzün çocuklarıydı onlar.
Mübadele çocuklarının hepsi hüzün çocuklarıydı.
En önemli varlıkları, "ana"ları yani "ana vatan"ları yoktu.
Hüzünleri ve boyunlarının bükük oluşu o yüzdendi.
Onlar, mübadelenin "öksüz" çocuklarıydı.
"Ana"larını kaybetmişlerdi ellerinde olmadan.
Ki hüzün onlara yakışıyordu.
Ayrılırken "memleket"lerinden, bir buruk vedaydı yüreklerinde damıttıkları.
Ayrılığın adı mübadele yazılmıştı, çaresiz savrulacaklardı önünde.
Öyle de oldu.
Gün geldi, yüz yıllardır yaşadıkları toprakları bir kara trenin penceresiz karanlık vagonlarında ya da köhne bir vapurun ambarlarında geride bıraktılar.
Onlar, ata yadigârı topraklardan zorla koparılırken bir damla gözyaşıydı yüreklerine akıttıkları.
Sadece bir damla.
O bir damla gözyaşı, bir dünyaydı.
Yaşlar gözlerden süzülürken çıkan ses, hiçbir zaman duyamadığımız o ses, bir gecede terk edilen topraklar için yakılan bir ağıttı.
O nasıl bir fırtınadır ki estiğinde insanları duygularını ve aklını ikiye bölerek yaşamaya mahkûm etmiş.
Nedir?
Bilenler anlatsın.
Durun ve düşünün bir.
Suskunluk onların gizli diliydi.
Onlar, camilerinde son kez dua edemeden yollara düşürüldüler.
Memleketlerini bir daha görüp göremeyeceklerini bilmeden, yolcuklarının ilk gününde özlemin yakıcı gerçeğiyle tanıştılar.
Ki onlar çoktular.
Yola koyuldular günlerden bir gün.
Arkalarına dönüp bakma fırsatını bulamadan.
Ki onlar çoktular.
Dağları, bayırları, dereleri,ovaları aştılar.
Ki onlar çoktular.
Çocukluklarını, bayramlarını,düğünlerini doğup büyüdükleri yerleri tarihe emanet edip yola çıktıklarında özlem; o yakıcı özlem, daha o zaman yüreklerine mıh gibi çakılmıştı.
Ki onlar çoktular.