RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

2. Abdülhamid güzellemesi

Yanlış yapıyoruz. Sevdiğimizin hiçbir kusurunu görmüyoruz, görenlere de kızıyoruz. Hatta onları hiç çekinmeden ve gecikmeden hain damgasıyla tanınır hale koyuyoruz.

1876-1908 yılları arasında devleti idare etti. Abdülmecid Han ve  Müjgan Sultanın oğludur. 21 Eylül 1842 doğdu.  10 Şubat 1918’de ise vefat etti. Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve Fıransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han’ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti’nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V. Murat’ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han’ı sultan ilan ettiler. 32 yıl süren padışahlığı dönemi, bugünün insanına çok yakın ama onun hakkında ikiye ayrılmış durumda halk. Sol siyasetçilere göre o bir sansürcü kızıl sultan, sağ siyasetleri kabullenen ve dine sıcak duran kişilere göre ise o bir cennetmekeandır. Ortası yok. Ortasına talip yok. Batılı tarihçiler ve değerlendirmecilerin söyledikleri iki tarafa da tokat gibi geliyor.

Xxxx

29  Ağustos 2012 tarihli yazısında Güneri Civaoğlu, Abdülhamid Han’ı yazı konusu yapmış. François  Georgeon’un  Sultan Abdülhamit adlı kitabını okumuş ve oradan notlar çıkarmış. Çıkardığı notlar elbette kendi kişisel niteliklerine uygun. O Abdülhamid döneminde açılan okul sayısının cami sayısından çok fazla olmasına hayret etmiş. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’dan dönerken facia yaşaması ve 610 insandan sadece 69 kişinin kurtulduğunun Yıldız Sarayı’na ulaştığı anda yayın yasağı konulmasını da sansüre misal gösteriyor. Ancak bu yayın yasağı kısa bir süre sonra kaldırılmış. Bunda ne var diyeceksiniz. Her devlet, halkın telaşa kapılıp, yanlış duygulara kapılmasını önlemek için bazı facia haberlerini, devleti zor duruma düşürecek olayların haberlerini soğutarak yayınlamak ister. Bunu yadırgamak için günümüz dünyasını hiç tanımamış olmak gerek. O gün, bu yayın yasaklarını anlamak mümkün olmayabilir ama, günümüzde çağdaş devletlerin uygulamalarını görüp-yaşadıktan sonra yine de bu olayı sansüre misal göstermek çok adaletli değil.

Xxxx

O günün solcuları Abdülhamid’i Kara Kuvvetlerine ağırlık vererek Almanlarla savunma ihtiyaçları konusunu hallettiğini, ama bunu yaparken donanmayı ihmal ettiğini ileri sürerlermiş. Dış dünyada ise İngilizler, Abdülhamid’in tesis ettiği kara müstahkem mevzilerini dikkate alıyor ve ne yapabiliriz sorusunun cevabını arıyorlardı.

Abdülhamid İngiliz ve Fıransızlara gözdağı vermek de istiyordu. Ertuğrul Fırkateyni yol boyunca Müslüman nüfus olan limanlara da uğrayarak gitmişti ve gelecekti. Kader elvermedi. İngiliz ve Fıransızlara karşı Almanlar çok sıkı ilişkiler gelişmiş,ancak Çanakkale Savaşı yıllarına gelindiğinde Osmanlı ordusunu Almanlar yönetir olmuşlardı. Utanç verici bir durumdu.

Xxxx

Abdülhamid müspet ilimlere ağırlık veren, dini eğitimi ikinci pilana atan okullar açtırınca, Şeyhülislam ile araları açılıyor. Şeyhülislam sıfatını taşıyan kişinin aptal olduğunu, yapılanları anlamadığını söylüyor.

Abdülhamid'i yakın çevresi de, Osmanlı münevveri de anlamıyordu. Bediüzzaman Said ve Mehmet Akif gibi mektep olmuş insanlar da Abdülhamid’e karşı çıkıyorlardı. Arada bir kopukluk vardı. Ama Abdülhamid’in derin devlet purojeleri ayrı kollardan yürüyorken Milli Amal harekeatı içinde görev almaktan da kimse uzak durmuyordu. Alman denizaltılarının yardımıyla yürütülen her harekeatta Akif de, Bediüzzaman da vazife alıyorlardı.

Okua-yazar azlığı o zaman da yönetenlerin dikkatinden kaçmıyor ve alfabe konusunda arayışlar sürüyordu. Enver Paşa’nın alfabe üzerinde çalışmaları çok yoğundu. Onun geliştirdiği alfabe ile iki yıl müfredat bile okutuldu. Keazım Karabekir de eğitimciydi, Mustafa Kemal de eğitime çok değer yüklüyordu. Latin alfabesine geçiş bir günde olmadı.

 

 

 

 

Yanlış yapıyoruz. Sevdiğimizin hiçbir kusurunu görmüyoruz, görenlere de kızıyoruz. Hatta onları hiç çekinmeden ve gecikmeden hain damgasıyla tanınır hale koyuyoruz.

1876-1908 yılları arasında devleti idare etti. Abdülmecid Han ve  Müjgan Sultanın oğludur. 21 Eylül 1842 doğdu.  10 Şubat 1918’de ise vefat etti. Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve Fıransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han’ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti’nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V. Murat’ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han’ı sultan ilan ettiler. 32 yıl süren padışahlığı dönemi, bugünün insanına çok yakın ama onun hakkında ikiye ayrılmış durumda halk. Sol siyasetçilere göre o bir sansürcü kızıl sultan, sağ siyasetleri kabullenen ve dine sıcak duran kişilere göre ise o bir cennetmekeandır. Ortası yok. Ortasına talip yok. Batılı tarihçiler ve değerlendirmecilerin söyledikleri iki tarafa da tokat gibi geliyor.

Xxxx

29  Ağustos 2012 tarihli yazısında Güneri Civaoğlu, Abdülhamid Han’ı yazı konusu yapmış. François  Georgeon’un  Sultan Abdülhamit adlı kitabını okumuş ve oradan notlar çıkarmış. Çıkardığı notlar elbette kendi kişisel niteliklerine uygun. O Abdülhamid döneminde açılan okul sayısının cami sayısından çok fazla olmasına hayret etmiş. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’dan dönerken facia yaşaması ve 610 insandan sadece 69 kişinin kurtulduğunun Yıldız Sarayı’na ulaştığı anda yayın yasağı konulmasını da sansüre misal gösteriyor. Ancak bu yayın yasağı kısa bir süre sonra kaldırılmış. Bunda ne var diyeceksiniz. Her devlet, halkın telaşa kapılıp, yanlış duygulara kapılmasını önlemek için bazı facia haberlerini, devleti zor duruma düşürecek olayların haberlerini soğutarak yayınlamak ister. Bunu yadırgamak için günümüz dünyasını hiç tanımamış olmak gerek. O gün, bu yayın yasaklarını anlamak mümkün olmayabilir ama, günümüzde çağdaş devletlerin uygulamalarını görüp-yaşadıktan sonra yine de bu olayı sansüre misal göstermek çok adaletli değil.

Xxxx

O günün solcuları Abdülhamid’i Kara Kuvvetlerine ağırlık vererek Almanlarla savunma ihtiyaçları konusunu hallettiğini, ama bunu yaparken donanmayı ihmal ettiğini ileri sürerlermiş. Dış dünyada ise İngilizler, Abdülhamid’in tesis ettiği kara müstahkem mevzilerini dikkate alıyor ve ne yapabiliriz sorusunun cevabını arıyorlardı.

Abdülhamid İngiliz ve Fıransızlara gözdağı vermek de istiyordu. Ertuğrul Fırkateyni yol boyunca Müslüman nüfus olan limanlara da uğrayarak gitmişti ve gelecekti. Kader elvermedi. İngiliz ve Fıransızlara karşı Almanlar çok sıkı ilişkiler gelişmiş,ancak Çanakkale Savaşı yıllarına gelindiğinde Osmanlı ordusunu Almanlar yönetir olmuşlardı. Utanç verici bir durumdu.

Xxxx

Abdülhamid müspet ilimlere ağırlık veren, dini eğitimi ikinci pilana atan okullar açtırınca, Şeyhülislam ile araları açılıyor. Şeyhülislam sıfatını taşıyan kişinin aptal olduğunu, yapılanları anlamadığını söylüyor.

Abdülhamid'i yakın çevresi de, Osmanlı münevveri de anlamıyordu. Bediüzzaman Said ve Mehmet Akif gibi mektep olmuş insanlar da Abdülhamid’e karşı çıkıyorlardı. Arada bir kopukluk vardı. Ama Abdülhamid’in derin devlet purojeleri ayrı kollardan yürüyorken Milli Amal harekeatı içinde görev almaktan da kimse uzak durmuyordu. Alman denizaltılarının yardımıyla yürütülen her harekeatta Akif de, Bediüzzaman da vazife alıyorlardı.

Okua-yazar azlığı o zaman da yönetenlerin dikkatinden kaçmıyor ve alfabe konusunda arayışlar sürüyordu. Enver Paşa’nın alfabe üzerinde çalışmaları çok yoğundu. Onun geliştirdiği alfabe ile iki yıl müfredat bile okutuldu. Keazım Karabekir de eğitimciydi, Mustafa Kemal de eğitime çok değer yüklüyordu. Latin alfabesine geçiş bir günde olmadı.

 

 

 

 

 

<