27 Mayıs'ın hatırlattıkları (3)
Peki niçin ABD birden bire Menderes ve arkadaşlarına cephe almış, İnönü sevdalısı kesilivermişti…
ABD’nin İnönü’ye olan bu sempatisi nereden geliyordu…
İkinci Dünya Savaşı sonrası Rusya boğazlarda hak iddia etmeye başlayınca İnönü çareyi ABD’ye yakınlaşmakta buldu..
1946 yılında bizim tarihimizde pek hatta hiç bilinmeyen “hızlı kalkınma planı” hazırlandı ve ABD’ye sunuldu…
ABD bu öneriye sıcak baktı ama bir dizi şartları vardı…
Türkiye’de başlayan ağır sanayi hamlesinin hemen durdurulması köy enstitülerinin kapatılması istiyordu.
Şartların bir çoğu yerine getirildi…
Uçak fabrikasında öğretim durdu, köy enstitüleri kapatıldığı, Türkiye tüm sanayi ihtiyacını ABD’den karşılamaya başladı.
Ancak ABD bunu yeterli bulmadı ve iktidarı değişmesi için DP’ye yardım etti.
Demokrat Parti kuruluş aşamasında ABD’de bir dizi temaslar yapmıştı…
Dolayısıyla ABD’ye oldukça yakındı…
1950 yılında hiç ilgimiz olmadığı halde Kore’ye asker gönderilmiş, ABD’nin güvenini sağlamıştı…
Kore olayı da şöyle gelişmişti:
1950'de Adnan Menderes hükümeti döneminde TBMM kararıyla Kore Savaşı'na Birleşmiş Milletler komutası altında ABD ve Güney Kore'nin yanında çarpışmak üzere asker gönderilmiş ve böylece NATO üyeliği konusundaki niyetini uluslararası arenaya göstermişti. Kore savaşında verilen şehitler dönemin muhalefet lideri İsmet İnönü ve partisi CHP tarafından NATO üyeliği için yapılan bir taviz olarak adlandırılmıştı
Hatta öyle bir noktaya gelinmişti ki Türkiye’nin alacağı kararların önce Wasahington’a bildirildiği ve onun onayı ile işlem yapıldığı anlatılmaya başlanmıştı..
Ve ne yazı ki bu iddia, MHP’nin rahmetli Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in dönemin Sabah Gazetesi’ndeki anılarında yer almıştı.
Türkeş ihtilal sonrası bir büroya gidildiğini bu büroda Türkiye’nin yapacağı tüm yönetimsel etkinliğin önce bu büro kanalıyla ABD’ye bildirildiğini ve bu büronun derhal kapatıldığını anlatmıştı.
Türkeş bu kapattırma kararı nedeniyle darbenin sol kanadıyla birlikte sürgüne gönderilmişti..
Menderes, iktidarının ilk yıllarında ABD ile adeta bir balayı dönemi yaşamıştı…
Çünkü Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Hasan Polatkan, 1950 öncesi ABD’ye gitmiş bir dizi temaslarda bulunmuştu..
Ancak 1957 yılına gelindiğinde işler değişmeye başladı…
Türkiye’yi kendi arka bahçesi sayan ABD birden Wilson haritasını devreye sokmaya kalkıştı
ABD’nin bir dediğinin iki etmeyen Menderes’ ve ekibi bu karara çok sert tepki gösterdi.
1957 yılında Menderes, Polatkan ve Zorlu İstanbul’da ABD yetkilisi ile bu konuyu konuşuyor. ABD bu isteklerinin karşılanmaması durumunda sözde Ermeni soykırımının gündeme geleceği şantajı yapılıyor.
Menderes ve arkadaşları bu karara çok sert tepki gösterdi. Tepki “eğer öyle bir şey olursa bizde tüm sermayemizle ve gücümüzle bizde Kızılderili Soykırımı’nı gündeme getiririz” şeklindeydi..
Bu anekdotu, ihtilal olacağını anlayınca DP’den ve milletvekilliğinden istifa eden bir eski siyasetçi yakın dostlarına anlatıyordu.
Peki 27 Mayıs siyasi ve sosyal yaşamımızda ne gibi sonuçlar üretti.
Öncelikle belirtelim 1961 anayasası Türkiye’nin sahip olduğu en demokratik anayasaydı…
Darbenin uzun süreli kalacağını hisseden İstanbul ve Ankara Üniversitesi’nin hocaları birer taslak hazırlayıp Ankara’ya gittiler..
Hazırlanan taslaklar, darbeyi meşrulaştıracağı varsayımı ile cuntaya sunuldu.
Uzun tartışmalardan sonra İstanbul Üniversitesi’nin hazırladığı taslak baz alınarak anayasa oluşturuldu..
İşte Türkiye’nin en demokratik anayasası böyle doğdu…
Ancak bu anayasa Türk entelijansiyasının ve üniversitelerinin adeta sonu oldu.
İşte o nedenledir ki çok büyük sosyal ve ekonomik sorunlarda bu kadrolar hep sessiz kaldı, konuşturmadılar…
Sonunda bilgileri kendilerinden menkul hiçbir üretimi olmayan prof.lar, doçentler furyası başladı…
Parayı bol harcadık, bunu ekonomi sandık…
Bir iki kişi yüzeysel konuştu bunu düşünce özgürlüğü diye adlandırdık…
Ve o anayasa nedeniyle 12 Martta, 12 eylülde, 28 şubatta ve 15 temmuzda “sus konuşma” darbeleri yapıldı..
Türkiye’ye yazık oldu…
(Bitti)