AB-Türkiye ilişkisinden asla vazgeçilmemeli.. (1)
On sekiz yıldan beri Avrasya Ekonomi Zirveleri’nde barış adına, insanlığın geleceği adına, refahın bölüşülmesi adına aralıksız tertiplediğimiz ve tertiplemeye devam ettiğimiz toplantılarımızda ortaya koyduğumuz felsefe yarınlarımızın verimliliğini ve iyiliğini temin etmeyi hedeflemektedir.
Marmara Grubu Vakfı’nın on sekiz yıldır özen ve dikkatle savunduğu felsefe, dünyada istikrarın, barışın kalıcılığını temin etmektir. Bu alanda ortaya koyduğumuz faaliyetler dünyada kabul görmüştür.
Marmara Grubu Vakfı, ülkelerin beraberliğine, birlikteliğine ve barış içinde birbirileriyle ilişkilerini sürdürmelerine sivil toplum statüsüyle hizmet etmeyi kendine görev bilmiş mütevazi bir kuruluştur. Vakfımızın yıllar içerisinde denge unsuru olarak dünyada kabul görmüş bir inisiyatiftir.
Avrasya Ekonomi Zirveleri Marmara Grubu Vakfı’nın başlangıç ve varoluş hedefidir.
Bu hedef büyük Atatürk’ün, Kafkaslar, Orta Asya, Ortadoğu ve Balkanlar politikalarındaki barış, istikrar ve refaha birlikte farklılıklarla işbirliği yaparak ulaşmayı hedefleyen paylaşımcı yüksek düşüncelerinin hayata geçirilme çalışmalarıdır.
- Marmara Grubu Vakfı olarak sivil toplum kimliğimizle Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal Konsey’de ülkemizi temsil etmekteyiz. Birleşmiş Milletlere ait çeşitli etkinliklerde başarıyla yer aldık. Birleşmiş Milletler temsilcileri de Vakfımızın çeşitli etkinliklerinde hazır bulundular, özellikle de, Türkiye’de meydana gelen olayların doğru yansıtılması konusunda çeşitli çalışmalarımızı başarıyla gerçekleştirdik. Birleşmiş Milletler ailesi içinde bugüne kadar yayınladığımız bildiri sayısını ise hatırlamıyorum.
- Avrupa mantığı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa bütünleşmesini sağlayan ve çok kültürlülüğü geliştiren, koruyan bir düşünce biçimidir. Bu felsefe, savaş sonrası dönemin kendine has (özgün) koşullarında ortaya çıkmış ve bugünkü birleşik Avrupa’nın oluşmasını sağlamıştır. Onun için bir barış ve refah projesi olan Avrupa Birliği birlikteliği 2012 Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür.
Marmara Grubu Vakfı Avrupa Birliği projesine yüzyılın projesi olarak bakmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Avrupa Birliği yaklaşımını vazgeçilmez bir ilke olarak değerlendirmektedir. Henüz kıtasal anlamda bir bütünlüğü temsil eden Avrupa Birliği Türkiye’nin bütünleşmesiyle küresel bir olgu haline gelecektir.
İnanıyorum ki; eğer Türkiye Avrupa ile olmazsa yarın ona karşı olacaktır ve o zaman idealist Avrupa ile kendi yolunda yürüyen Türkiye arasında korkunç bir iktisadi, hatta kültürel bir çatışma ortaya çıkabilecektir. Bu çatışmanın başlangıç noktası bir zenginlik olan çok kültürlülüktür.
Artık iyice görüyoruz ki; bugün bizi bekleyen “silahlı çatışma” tehlikesinden daha büyük bir tehlikedir. Ve bildik dış politika manevraları ve istihbarat oyunlarıyla bu tehlikenin önüne geçemeyeceğimiz de ortadadır.
Çok kültürlülük ve çok kültürlülüğe tahammül çağımızın sorunudur. Bu bir zenginlik olduğu kadar bir tehlike ve tehdittir de! Dolayısıyla bir zamanlar demokrasi, eşitlik ve hürriyet felsefesiyle kurulan dünya düzeni bugün en nazik ve en kırılgan evresindedir.
ABD Başkanı Obama, ikinci defa seçimi kazandıktan sonraki konuşmasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük zenginliğinin çok kültürlülük olduğunu söyledi. Bu günümüzün en geçerli değer ölçüsüdür. Bunun için de Avrupa Birliği perspektifinin çok kültürlülüğün barış içinde yaşayabilmesi için vazgeçilmez olduğuna inanıyorum ve Türkiye’nin AB’ye olan ihtiyacının AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacından az olmadığını sanıyorum.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabulüyle birlikte Avrupa’nın değerleriyle, Asya’nın zenginlikleri bir batı-doğu sentezi üzerinde yan yana gelecektir. Bu yeni anlayış, birleşmeye zemin sağlayacak olan diyalektik bir sonucu kendiliğinden oluşturacaktır.
Avrupa Birliği evrensel değerler üzerinde şekillenen bir barış projesi olduğundan Türkiye’nin üyeliği ile dünya barışına katkı sağlayacak dolayısıyla küresel bir aktör haline gelerek kendi diyalektiğini de gerçekleştirecektir.
- Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakere sürecinde uyguladığı siyasi ve mali politikalar gerçekçidir. Maalesef Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı çifte standart uygulamaktadır. Dolayısıyla Türkiye-AB ilişkilerinde bugün itibariyle bir gerileme görülmektedir. Ama bu gerilemenin sorumlusu Türkiye değildir. Gerileme düşüncesine temkinli yaklaşmak gerekir.
Zira Türkiye AB’den uzaklaşmamakta, tam tersine AB bilhassa son birkaç yılda kendi değerlerinin aksine hareket etmektedir. 2004 Annan Planı sürecinde ve akabinde Kıbrıs sorunun çözümü konusunda Kıbrıs Türk kesiminin gösterdiği irade; buna mukabil Rumların uzlaşmaz tavrı AB’li liderlerce tek taraflı bir okumaya tabi tutulmuş ve “çözüme hayır diyen Rumlar adeta ödüllendirilmişlerdir”. Üstelik son yılda AB’nin başına Kıbrıs Rum Kesimi’nden bir başkan gelmesi ile ilişkiler neredeyse durma noktasına gelmiş, Türkiye’yi AB içerisinde görmek istemeyen kimi üye ülkeler Türkiye’ye karşı adil olmayan ve hakkaniyet sınırlarını zorlayan bir tutum takınmışlardır. Dolayısıyla bu yaklaşım AB’nin samimiyeti konusunda Türkiye’nin şüphelerini artırmıştır. Dış politika karşılıklı “algılamalar” zemininde ilerleyen bir alansa; eğer, denilebilir ki AB günümüzde Türkiye’yi “ötekileştiren” bir algı içerisine girme hatasını yapmaktadır. “Ötekileştirmenin” değerler sistemi içerisinde olmadığını her fırsatta vurgulayan AB’li yetkililere “AB’de düşünce ve değer ölçüsü kaymasının olup olmadığına ilişkin sorular yöneltmek” de, zannediyorum ki Türkiye’nin hakkıdır.
Ne var ki; KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Güney’le bir sıcak ilişkide başlamak üzeredir.
(Devamı yarın)