M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

AİDİYET - 2

İlahi beyan ısrarla “aslını koru” diyor; sevgi diyor, merhamet diyor, illa ki adalet diyor, mutlaka eşitlik diyor ama bizim her tarafımızdan üstüne üstlük din adına nefret, kin, öfke ve vahşet fışkırıyor!

Peki dünyaya bin küsur yıl hükmetmiş ve tarih yazmış bir aslan medeniyeti, bu kurnazlığa nasıl teslim oldu da bugün bu hale geldi derseniz de bence cevabı çok açık;

“Tarla nemli olmadan tohum yeşermez!”

Anımsıyorum, bir söyleşi esnasında gençlerimizden biri sormuştu;

“Hocam neden ısrarla batıya vurgu yapıyorsunuz, bizim hiç mi suçumuz yok bu yozlaşmada?

Elbette suçumuz var. 

Ancak şunu atlamamak gerek; 

Yüzlerce medeniyete beşiklik yapan ve tüm bu medeniyetlerden kendine has bir medeniyeti ortaya çıkaran Anadolu Medeniyetinin ortaya koyduğu okuma yazmasız irfanı, buram buram samimiyet kokanı ihsanı; asırlar boyunca göçlerle, savaşlarla, yoksullukla yoğrulmuş bir halkın evine gittiğiniz zaman çoluk çocuğuna ait rızkını tümüyle önünüze koymanın misafirperverliğini dünyanın başka hiçbir coğrafyasında bulamazsınız

Bakın mesela!

Elağız İlimizdi sanırım.

İki yıl önce, yani hemen pandemi öncesinde yürüttüğümüz yurt turnesinde tam bir okulun kapısından girerken yaşlı bir amca çaya buyur etmişti.

Evleri hemen okula bitişik bu “gül kokulu” amcanın teklifini kıramamış, asistan arkadaşlarımı okula gönderip beş dakika gecikeceğimi söylemiştim.

Hâl hatır ve tanışma faslından sonra hemen yanı başında dikiş diken ve eşi olduğunu sonradan öğrendiğim nur yüzlü bir teyze, o beş dakikalık zaman zarfında adeta beynime kazınan iki çift laf etmişti;

“Demek gençlerle konuşmaya geldin evladım. Allah muvaffak etsin. Güzel bir insana benziyorsun. Ama dikkat et oğul. Hele de bu zamanda cümle kurmak, yırtık gömlek dikmeye benziyor. Düğümü içten atsan tenine batar, dıştan atsan gözlere batar

Okuma yazması dahi olmayan bu teyzemin cümlelerini beynim hazmetmekle uğraşırken, gençleri konferans salonunda daha çok bekletmek istemediğim için, “Allahaısmarladık” istediğim yaşlı amca, ellerimi sıkıca kavradı ve gözlerimin içine bakarak;

“Allah yar ve yardımcın olsun oğul” dedi.

“Madem kaderde tanışmak nasipmiş, benden de gönül heybene iki çift söz koy ki, bu faniyi unutmayasın.”

Sonra gözlerini boşluğa astı ve yaşam çizgimde unutulmaz bir iz bırakan; ama gerçekten ancak ciltlere sığabilecek o derin cümlelerini kurdu;

“Dünya, fanidir oğul. Dilenci de olsan, padişah da olsan aynı tahta tabuta konuluyor; tıpkı namazdaki gibi, Kabe’deki gibi toprağın altında eşitleniyorsun. Yani, eninde sonunda “ömür” dediğin yol bitiyor. Sen, iyi bir yolcu olmaya bak evladım!”

Sonra elini kalbime koyarak ekledi;

“Bir kalp; insanları, kötülükten çekmek ve onlara faydalı olmak için çırpınmıyorsa o kalp viranedir oğul!”

Süslü -püslü sözlerin ruhları kolayca esir aldığı, beyazları iyiden iyiye kirletilmiş böylesi bir zamanda; diplomalı cahil ordusuna inat, tek harf okuma yazması olmadığı halde bir kuru selam, iki çift kelâmla gönülleri titreten bu gönül erleri, hala aramızda iken sormak gerekmez mi “Anadolu bizim neyimiz olur?” diye!

Peki, buna “baba ocağımızdır” cevabını veren herhangi bir zihin, insanlığın ve iyiliğin yurdu olan; sabırlı, dirayetli, metanetli evlatları yetiştiren, cefakâr ve kanaatkâr insanların yetiştiği bu emin beldeye yapılan zihni ve kültürel saldırıları kabullenebilir mi? 

Pek tabi ki, kocaman bir hayır!

Zira bu saldırılar yaşam biçimine, kültürüne, zihnine, samimiyetine, birikimine, aidiyet ve haysiyetine yapılmış saldırılardır ve bu saldırıları yaparak her gün başımızdan aşağı kötülük boca eden felaket tellalları, bu medeniyetin bağrında yeşeren onca iyiliği, güzelliği, merhameti, kardeşliği görmemekte; gördüğü anda da yok etmek istemektedir!

Kötülük yok mu, tabi ki var! Kabil’den bu yana olduğu gibi! Ama bir ağacın bütün meyveleri aynı olur mu? Kimi meyve çürüyüp düşmüyor mu? Biz kalanlarla iktifa etmiyor muyuz?

Peki, az evvel andığım yaşlı teyze ve amca gibi sayısını bilemediğimiz ama bu mümbit coğrafyayı mayalayan gönül insanları gibi yine bu medeniyetin bağrında yaşayan okuma yazma dahi bilmeyen bir çobanın gözündeki yaşın, yüreğindeki ateşin samimiyetini; on yıllarca okumuş ve bu okumalarından payeler edinmiş bir ilahiyat profesöründe görebiliyor muyuz? “Hayır!” dediğinizi duyar gibiyim!

İşte bu yüzdendir ki, bu coğrafyanın ikliminde yetişmiş insanın bu samimiyetinden beslenen irfanı, basiret ve feraseti yüzyıllar boyunca bu coğrafya üzerinde oynanan oyunları bozmuş, kötü niyetli nice nice projeler bu toplumun kalp gözünden dönmüştür

Peki neden ısrarla batı?

(Devam edecek)

<