ALLAH SANAL ALEMİN DE RABBİDİR -2
Kişi, zaten akli baliğ olduktan sonra bunu fikir ve vicdan hürriyeti içinde kendisi seçebilecek irade ve donanıma sahip bir şekilde yaratılmıştır. Zorla sevdirmek ise, ilahi tabiata ve dolayısıyla onun yarattığı insanın tabiatın aykırıdır.
Kabul edip görmek istemesek de bugün evlatlarımız, bizim dilimizle halimiz arasındaki farkın, dilimizdeki inancın yaşamda hayat bulamıyor oluşunun bedelini ödemektedir.
Fark edilmesi gereken şey; verilmesi istenen manevi eğitimin kurumlar eli ile değil, aile eliyle verilecek olması gerçeğidir ki bu da dayatma ile değil örnek olma suretinde yaşama döner.
İşte biz bunu başaramıyoruz!
Zira bakın bugünkü genel halimize;
Dünya yolsuzluk endeksinde en az yolsuzluk yapan ilk elli beş ülke arasında bir tane Müslüman ülke yok! Garip bir şekilde insanların dindarlığı arttıkça toplumda ahlâki körlük yoğunlaştı. Bugün özellikle kendini dindar veya muhafazakâr olarak tanımlayan kesim (samimi olanları tenzih etmekle beraber) cennetperest bir algıyla yeryüzünü başkalarına cehennem ederek cennet hayalleri kuruyor. Mutlaka “kucaklayın ve yumuşak davranın” diyen ilahi öğretilere rağmen dindar kimliğin bugünkü sığlığı ve kurtulmuşluk vehmi içinde ötekini dışlama tavrı toplumun tamamında endişe verici boyutlarda.
Çünkü çirkinden söz ederek güzelleşemeyeceğimizi bile bile, önceliklerimiz değiştiği için birbirimizi üzmekle, yormakla, yıpratmakla ve yazık ki yıkmakla meşgul oluyor; muhatabımızdan anlayış bekliyor ama aynısını her ne hikmetse biz gösteremiyoruz!
Bu yüzden de bu konunun ciddi bir şekilde sorgulanması, mevcut ahlaki dejenerasyonun tespit edilmesi ve kelime-i şehadet getirmekle ahlâk kavramını bedava bir yazılımmış gibi görenlerin bir öz okuma yapması gerek!
Zira zannımca bugünkü ahlaki körlüğün temelinde; bir inanç davasına sahip olmak değil, o davaya ait olamamanın sancısı var ve inancımız, inandırıcılığı yitirince ortada dava falan da kalmıyor!
Son yüz yıllık tarihimizde belki de iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdakiler hariç olmak üzere, dünün dindarlarının belki ilim gibi bir imkânları olmadı ama okuma yazmasız o irfan dahi bugün gönül coğrafyalarımızı besliyor ise ve bugün dağ başında okuma yazma bilmeyen bir çobanın gözündeki yaşın, yüreğindeki ateşin samimiyeti ömrünü ilme adamış İlahiyat profesörümüzde yoksa “inandırıcılığımızı” sorgulamamız gerekiyor.
Bu sorguya içtenlikle ihtiyacımız var çünkü, kabul etmek zor gelse de bugünkü Müslüman zihin, ahlâkının varisi olduğu Önderi’nin(sav) “emin” vasfını yitirmiş, “ağırlıklarınızdan kurtulup öyle gelin” ilahi ikazına rağmen O(sav)’nun en önemli özellikleri olan merhamet ve istişare ahlâkının üzerini, zihin ve yaşam konforu için feda etmekten çekinmemiştir.
Dünyevileşme tehlikesi, belki o okuma yazma bilmeyen irfan sahiplerinin kapısının önünde idi ama; aynı tehlike bugün hanemizin içine kadar girmiş durumda. Bizim ise ne evimizin kapısı kilit tutuyor ne de kendimizi haz, hız ve ayartıcı güçlerin tutsaklığından kurtarabiliyoruz.
Eskilerin acı ve ölümleri; onları birbirine yaklaştırıyor, küskünlüklerini gideriyor, husumetlerini engelliyor ve toplumsal kaynaşmalarına yardım ediyorken; bugün bizim için tam aksine her acı veya ölüm, bizi “öteki” ilan ettiklerimizden uzaklaştırıyor, aramızdaki uçurumu derinleştiriyor, aynılarımızı azaltıp ayrılarımızı çoğaltıyor ve en acısı da birbirimize olan nefretimizi pekiştiriyor.
Ortak hassasiyetlerimiz, asgari müştereklerimiz, bizi biz yapan aynılarımız, kutsal bildiğimiz ortak paydalarımız bizi birbirimize yakınlaştırması gerekirken; ötekinin acısı üzerinde tepinme ve onu kullanışlı bir nesne haline getirip muhatabımızı dövme neredeyse rutinimiz haline geldi.
Evet; milli hafızaya, korkunç düşmanlara, inanılmaz kayıplara ve yorucu bir yokluğa rağmen göremiyoruz ama kendi kendimize “öteki” yaratarak ortaya koyduğumuz haset ateşi, muhatap kim olursa olsun evvela sahibini yakıyor.
Oysa tarih ve güncel şahittir ki, toplumun her kesiminde ayrıyı azaltan aynıyı çoğaltan bağlar, yürek ülkelerince beslenmedikçe; insanlık ideali olarak sunulan kardeşlik tesis edilemeyecek, toplumun ihtiyacı olan muhabbet dirilmeyecek ve o toplumun anlam haritaları tanımlayamayacak, başkaları tarafından tanımlanacaktır.
İşte bu yüzdendir ki bugün toplum olarak arkamızı kollamaktan önümüze bakmaya fırsat bulamıyor; (başta kendi zavallı nefsim) hemen herkesin ismiyle isimsiz, kimliğiyle kimliksiz, sözüyle sözsüz, yönüyle yönsüz kılındığı; anlam değirmeninin onca işlevine rağmen bir katma değer üretemediği ve kelimelerin boşluğu dövdüğü bu acayip zaman diliminde insanın kendisiyle yüzleşmesinin giderek zorlaştığını içimiz acıyarak görüyoruz.
Bu yüzdendir ki, samimiyetini kaybetmiş sözlerimiz; kötülüğün açtığı yaralara şifa olamıyor, tutuşmakta olan yangınları söndüremiyor, susamış gönüllere bir serinlik getiremiyor; daralan gönüllere bir genişlik sunamıyor, gafletle uyuyan zihinlere bir uyanıklık veremiyor. İstediğimiz kadar yazıp çizelim eğriyi doğruyla, çirkini güzelle değiştiremiyor; tarumar olanı tamir edemiyor, isyana kalkışana sükûnet aşılayamıyor; düşeni düştüğü yerden tutup kaldıramıyor ve yazık ki kanadı kırılanın kanadı olamıyor.
(Devam edecek)