ALLAH SANAL ALEMİN DE RABBİDİR - 3
Bu durumun sebebi olarak kafanızda nasıl bir cevap var bilmiyorum ama bence iyileşmeye, iyileştirmeye, güzelleştirmeye, durmaya, durulmaya “ötekini” bırakıp ilkin kendimizden “başlamıyor oluşumuz” en önemli etken.
Zira kadim öğretilerimiz bize kişinin, çevresindeki dünyayı diriltmeye girişmeden önce, kendisinin dirilmesi gerektiğini, kendisini fethetmeyi başarabilen kişinin dünyayı fethedebilecek güç ve inanca ulaşabileceğini fısıldıyor.
Uzun yaşarsa kötülüklere mağlup olmaktan, kısa yaşarsa yeterince iyilik yapamamaktan korkan ceddimizin izince kalbî bir besmeleyle yeni bir hayata, yeni bir başlangıca niyet edebilir miyiz bilmiyorum; ama özellikle de bugün kendi doğrularını parlatmakla meşgul ve cenneti başkalarının alkışından ibaret sanan nefsimiz, kendini aklamak için “hep başkalarının arkasına saklandığı sürece” bu çok zor, hatta imkânsız görünüyor.
Çünkü herkesin tüm hayatını otomatiğe bağladığı, rutin alışverişini, kes yapıştır fikirlerini, aşırılmış duygularını, iliştirilmiş tepkilerini, giydirilmiş beğenilerini, kendine hayranlığını besleyip büyüttüğü; yetinmeyip bunu bütün dünyaya pazarlamaya çalıştığı ve bu tablonun bize “yeni insan” olarak pazarlandığı günümüzde; kendi kurguladığımız, kilitlerini kendi ellerimizde dipsiz kuyuya attığımız bir ortamda mahpus kalmış durumdayız.
Çünkü hemen her türlü acayip fikrin, her türlü desteksiz atışın, üslupsuzluğun, nezaketsizliğin kendine yer bulabildiği, her türlü saçmalığın prim yapabildiği, iyi kötü sahip olduğumuz her türlü anlamın bozuk para gibi harcandığı “yeni dünyaya” uyum sağlayarak nefislerimiz hoşça vakit geçirsin, egolarımız şişsin, her birimiz harika hissetsin istiyoruz!
Özellikle de bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu verilerle adeta bir madde bağımlısı gibi her on beş dakikada bir kontrol ettiğimiz, elimize yapışık ekranlardan, istiyoruz ki; herkes bize bayılsın, herkes bizi iliklerimize kadar merak etsin; hiç kimse gözünü, kulağını, ilgisini, merakını, hayranlığını bizden alamasın!
İstiyoruz ki, hayat dediğimiz yolculuk sadece bizim “seyredildiğimiz, beğenildiğimiz, pohpohlandığımız, tıklandığımız” bir film olsun ve herkes bizi seyretsin, ama bu seyrin on dakika molası bile olmasın!
Kabul edip görmek istemesek de her birimize birer taht vadeden bu asılsız krallığın, hepimiz müptelası ve gönüllü kölesiyiz artık.
Ancak hepimiz biliyoruz ki; bu zihinsel köksüzlük, bu idraksizlik, bu kalbî körleşme, bu fikir daralması, bu tek boyutluluk, bu zihnî ve duygusal tembellik hali; şüphe yok ki bugünün insanının görünüşte zengin ve kalabalık, özünde yoksul ve yoksun hayatının en gerçek sebebidir.
Çünkü kim olduğumuza bir başkasının karar vermesini istiyor; muktedirlerin toplum mühendisleri aracılığı ile bizleri yoğurmasına izin veriyor; hayatımızı, vaktimizi, bedenimizi, zihnimizi ve kalbimizi ne ile meşgul edeceğimizi söylemelerinin kapısını aralıyoruz.
Peki nerde kaybettik?
Anımsıyorum bir yazımda şuurumuzu köreltip bilincimizi esir aldılar demiştim.
Çünkü elimizi kolumuzu bağlayan, aklımızdan geçen nice güzel şeyi yapmaya güç yetirmemize engel olan tek şey bu şuursuzluk hali.
Bence insanlık tarihinde şu ana kadar görülmemiş ve sadece bu zamana özgü, anlaşılması imkânsız bir yılgınlık içinde, vuruşmayı hiç göze alamadığımız bir savaşın baştan kaybedenleriyiz.
Bilincimiz o kadar körelmiş ki dilimizle söylediklerimizle parmak uçlarımıza söylettiklerimiz arasında bir fark varmış veya dilimizi tutup parmaklarımızı serbest bıraktığımızda kelimeler aleyhimize şahitlik etmezmiş gibi bir algı yanılması içinde dil konuşunca kabahatli oluyor da klavyeler ve ekranlar günahtan berî sanıyoruz?
(Devam edecek)