Almak mı, yoksa vermek mi?
“İnsan olduğuna emin misin, diye sordum ona” dedi arkadaşım. “Kendin için isteyeceğin şeyi, bir başkası için de hiç düşünmeden isteyebilmek bir meziyet” dedim telefonun diğer ucundan ve kafamda deli sorular… Sözünü ettiği kişi kendi çıkarlarını geri plana atıp, belki bir parça zarar görmeyi de göze alarak arkadaşımın yolunu açmıştı. Ve hayır: onun annesi ya da babası değildi bu insan, sadece iş ilişkisi var aralarında. Doğal olarak şaşırıyordu. Zaten onu tanıdığı ilk günden beri şaşkındı. Diğer yanda ben, onların arasında geçenleri dinlerken, adetim olduğu üzere sürekli kendimi sorguluyordum: Ben yapabilir miydim aynını? Hayır diyemedim ama gönül rahatlığıyla evet de diyemedim.
Açıkçası bilemedim. Telefonu kapattıktan sonra düşündüm. Ben demeden önce sen diyebilmek, gözünü gökyüzüne dikip düşününce olası görünmekle birlikte, bir yaşam deneyimi olarak karşımıza çıktığında hemen hepimizin sınıfta kaldığı bir başlık. Kabul ediyorum “ben” demek insan olmanın gereği ama “sen” diyebilmek de öyle aslında… Hatta çok daha doyurucu. Dünyaya gözlerimizi açtığımız günden itibaren ihtiyaçlarımızı gidermeye odaklanıyoruz. Başlangıçta her şey çok güçlü bir şekilde bizimle ilgili oluyor.
Kendimize bir dünya kurarken etkileşimde bulunduklarımızı gözettiğimiz de oluyor elbette ama genelde kendi selametimizi kurgularken kapsama alanımıza girdikleri için. Bundan birkaç sene önceydi, vermenin almaktan daha fazla mutluluk getirdiğini keşfettim. Almak ihtiyaçlarını gideriyordu insanın ama doyurmuyordu. Çünkü ihtiyaçlarımızın sonu gelmiyor. Delik torba gibi; biz bir yandan doldururken, o diğer taraftan boşaltıyor. Birini elde ettikten kısa bir süre sonra yenilerine dikiyorsun gözünü. Bu sebeple mutluluk adına planlarımızı hayattan alacaklarımız üzerine yaptığımız zaman, asla varamayacağımız bir hedef için yola çıkmış oluyoruz.
Bir başkası için ve -sadece onu mutlu etmek koşuluyla bir şey yaptığınızda tarifsiz bir huzur duygusu sarıyor içinizi. Bu duygu bir süre sonra yok olmadığı gibi giderek genişliyor da… O an hayatın anlamı bu olsa gerek diyorsunuz ama bir sonraki zaman diliminde alışkanlıkların pençesine düşüvermeniz işten bile değil. Evet başlangıçta her şey çok kuvvetli bir şekilde bizimle ilgili oluyor ama bir süre sonra başkalarını doyurmak da ihtiyaçlarımızın arasına giriyor ve bazen bunu farketmiyoruz bile.
Duygusal olarak içimizde koca bir boşlukla yaşamaya devam ediyoruz. Yardım etmek, el vermek, destek olmak, hepsine eyvallah… Ama hiç değilse bir ya da kaç kez “benden önce sen” demeyi de başarabilmeli insan. Hayatında bir bilinç sıçraması yapabilmek için bunu denemeli… Yaşamın para ve nesne değil deneyim biriktirme sahnesi olduğunu anlamak ve hissetmek için bunu mutlaka yapmalı…