ALTIN YÜREKLİ BİR KALDIRIM DİLBERİ
Kadıköy’ de Rıhtım caddesinde, Kızılay binası civarında, sayısı bir elin beş parmağını geçmeyen kadınlı erkekli bir güruh, günlük kıyafetleri içinde kümeleşmiş batı yönündeki kaldırım üzerinde yüzükoyun yerlerde kıvranarak sürünen saçı sakalına karışmış yaşlı serseriyi endişe ile seyrediyordu.
Elindeki siyah evrak çantasıyla otobüs durağında alana inen hayli kilolu , saçı sakalı ağarmış , şişman adam gözlerini kısıp kümelenen kalabalığa baktı. Yürüyüp gitti. Bunların bulunduğu kümeye dahil oldu.
Kara kaş, kara göz, buğday benizli kaldırım güzeli , gurubun sözcüsü edasıyla yüksek sesle konuşurken, mekana henüz ayak basmış olan şişman adama şöyle bir göz attı;
-Abi bunlarda vicdan yok! Ellerini bir şeye atmaz, erkeğim diye geçinirler. Düşene bir tekme de bunlar atar, dedi.
Bu sözlerden kimse üzerine bir şey almadı. İstifini bozmadı.
Erkeklerden biri ufak tefek, pantolu göbeğine yapışmış keçiboynuzuna benzeyen koyu benizli , çiroz gibi bir herifti. . Kapkara kısa saçını önüne taramış, otuzbeş kırk yaşlarındaydı. Orta Anadolu kırsalından Kadıköy’ün oteller semtinde otel müstahdemi kimliğiyle dolaşan teferruat kabilinden bir adamdı.
Maskesi ise yoktu. Üstelik sakız çiğniyordu. Yanındaki orta tahsil çağındaki çocuk ağzına bakıyordu.
Civarda ise ne polis arabası ne de zabıta vardı. .
Kambur, kısa boylu sarı saçlı , mavi gözlü, enine genişlemiş adam kırk kırkbeş yaşlarındaydı.
Omuzuna attığı tel çemberiyle tıkanmış bir kanalizasyon ihbarına gidiyorken kader bunu buraya bağlamıştı. Maskesi vardı. Bütün diğer göçmenler gibi tedbirliydi. Nedense belediye başkanı İmamoğlu gibi ellerini arkasına bağlamıştı.
Otobüsten elinde çantasıyla inerek güruha dahil olan orta dereceden bir emekliye benzeyen zatın yaşı atmışı geçmiş ve belki de, işi bitmişti. Kadıköy’e bir vekâletname için notere gidiyordu. Kısacası bu zat da hikaye dinlemeye olan merakı sebebiyle bu hadiseye burnunu sokmuş bulunuyordu.
Hadise şuydu; yerde saçı sakalına karışmış hırpani kılıklı yaşlı bir serseri yerlerde debeleniyor , sürünüyordu.
Günlük uzun çiçekli eteğiyle kaldırım güzeli, kaldırıma düşmüş bu yaşlı adam için insanlığı harekete geçirmeye çalışıyor;
-Ya adamcağız ölüyor ! İnsanlık öldü mü? Hiç mi erkek kalmadı? diyerek insanlık vicdanlarını harekete geçirmeye çalışıyordu.
Bunlarda vicdan olmadığından, bu sözleri duymamak için sağa sola havada uçan kuşa bakıyorlardı.
Bunlardan sadece siyah çantalı memur kılıklı adam “ erkek “ lafını üzerine alarak, kadına baktı;
-Peki polise haber verdiniz mi, diye sordu. Kadın ;
- Tabii ki, otelden polise, zabıtaya ,155’ e haber verdim , gelen giden yok ,dedi.
Pandemi sebebiyle işsiz güçsüz lokantalar civarında dolaşan otuzlu yaşlardaki eski garson;
-Bırakın lan bu orospu çocuğunu ,inanmayın. Numara yapıyor. Bunun daireleri var. Bunun parası, pulu çulu çok, dedi.
Siyah çantasıyla göze batan memur kılıklı adam , sırasıyla zorda kalanlara yardımı 112, 155’ı ve diğeri numaraları arayıp telefondakilere şunları söyledi:
-Kardeşim burada bir adem oğlu can veriyor, lütfen ilgilenin, dedi ve ekledi;
İlgilenmezseniz savcılığa şikayet ederim. Belediyeyi, emniyeti ,topunuzu savcılığa şikayet ederim, dedi . Sonra döndü;
Vallah ben bunları yaparım. Ben avukatım, dedi.
Telefondaki görevliler ise iş olsun diye sorguluyorlardı.
-Nabzı atıyor mu?
Nefes alıyor mu,
nabzı atıyor mu,
hareket ediyor mu, şeklinde sorular soruyorlardı.
Çantalı adam şeker hastası olmalıydı. Sinirinden kıpkırmızı olmuştu.
-Vela havle vela !..Adam süründüğüne göre nefes de alıyor, nabzı da atıyor, dedi.
İşsiz garson ; esteksiz iddialar ortaya atmış;
-Şerefsizi bırakın gebersin. Bu ibnelerden kurtulur ortalık, demişti.
Tam o sırada hadise yerinden geçen takkeli, eli tespihli gözlüklü, ak sakallı nurani yüzlü , efendiden bir adam , garson eskisine kızıp ;
-Evlâdım, imla kurallarına dikkat et. Adam düşmüş, bir de sen vurma. Küfür etme. Azim mübarek gün; git ağzını çalkala. İmlana dikkat et, demişti. Garson eskisi;
- Beybaba ben yirmidört saat buralardayım. Ben bu şerefsizleri iyi tanırım. Bunlarda her numara var. Bu tiyatro çeviriyor. Kendini acındırarak keriz sövüşleme peşinde, dedi.
Beyefendiden adam, kırgın üzgün sürünen adamın yanından geçip gitti.
Güruh, siyah çantalı adamın çantasına nispetle ;
-Avukatım de, avukat olduğunu söyle, gelirler ; diyerek adamı dolmuşa bindirmeye çalışıyorlardı.
Çaresizlikten dokunsan hüngür hüngür ağlayacak gibi duran kaldırım dilberi esmer kadın ;
-Bu adam, babam ya da dayım olabilirdi...Her yeri, itfaiyeyi bile aradım. Kimse hesaba almadı. Ah bir zengin olsaydım, erkek olsaydım, gösterirdim onlara günlerini , deyince, siyah çantalı adam, kadına ;
-Bravo hanımefendi. Ne kadar duyarlı ve mertsiniz, dedi.
Telefondaki görevliler ise bir başka havadaydılar. Telefonu başka görevlilere aktarıyorlar, başka görevliler de şunu ifade ediyorlardı;
- Maalesef belediyemizin tuttuğu otellerde yer yok. Kontenjanımız kalmadı, sizi başka yere bağlayayım...
Neticede ikibinyirmibir yılının mayıs ayında bayram arefesinde saat 9.45 sularında bir iddiaya göre tiyatrocu, diğer bir iddiaya göre bulut gibi sarhoş , diğer bir iddiaya göre sürünerek can çekişen zavallı/ serseri/dolandırıcı yaşlı adam hadisesinin akıbeti nihayetinde bilinmiyor.
Şu dünyada herkesin bir işi var. Acele gideceği bir yer var. Kendilerini bekleyenler var. Güruh Kadıköy’e dağılmak üzere yürüdü. Erkek eli çantalı adama hitaben;
-Siz gidin işinize abi. Ben adamı beklerim, dedi.
Herkes işine gitti. Kimse kalmadı.
Kaldırımda esmer güzeli, altın kalpli kaldırım dilberi ile sürünerek tiyatro yaptığı ya da can verdiği iddia edilen yaşlı adam kaldı.
Böyledir kaldırımlar; kaldırımlardan herkes geçer, sarhoşu, berduşu, iş sahipleri ,işsizler, zenginler, fakirler...
Vicdanlı vatandaşlar, vicdansızlar geçer..
Bir de üçüncü sınıf otellerden terlikle kaldırıma inip piyasa yapan altın yürekli kadınlar geçer...
İnanmazsanız şu kuyumcuya sorun ;
-Altın kaldırıma düşse de değerinden kaybeder mi?