ANKEBUT -5
ANKEBUT -5
Zira tarih kitapları; farklılıkları külfet değil, nimet olarak benimseyen bu medeniyetlerin; tüm mahlukat için koşulsuz sevgi, katıksız merhamet ve amasız adaletin gür sesi “yankılanıncaya kadar” yaşam bulduklarını, bu gür seda kaybolduğu zaman ise tarih sahnesinden silindiklerini haykırıyor.
Madem ki geçmiş, geleceğin en kaliteli veri bankasıdır; öyleyse bugün diyebiliriz ki, bizi bugün ruh köklerimizden koparan, nefsimizi vicdanımıza imam kılan ve fıtratımızın gurbetine düşüren şey, ilahi hitabın “Lat” diyerek dikkat çektiği “güç” zehirlenmesi; bir diğer anlamıyla ankebutluğa soyunmamızdır.
Çünkü şu toplumun son dört yüz yıllık geçmişi, ortak iyiyi iktidar yapmak için yola çıkan ‘Harun’ların bu amaçlarını yaşadıkları güç zehirlenmesi ile kaybederek ‘Karun’laştığını benliğimize çok açık bir şekilde fısıldamaktadır ki, tarih bunun örnekleri ile doludur.
Ancak; bugün “güç ve otorite aşkına” şımartılmış heveslerimiz, ruh köklerimizin üstüne hoyratça basıp bizleri kendimizin gurbetine düşürse ve içinde bulunduğumuz zamanın kiri pası üzerimize bulaşıp bizleri bin bir kılığa sokmuş olsa da varoluş genlerimize kodlanan o fıtrati seda, bizi ısrarla yediğimiz şefkat tokatları ile öz vatanımız olan “ortak iyinin iktidarına” davet etmekte; tüm mahlukat için koşulsuz sevgi, katıksız merhamet ve amasız adaletin bayrağını burçlarımıza yeniden dikmemiz gerektiği konusunda ikaz etmektedir.
Zira andığım nedenlerle olsa gerek yüksek sesli iddialarımız, dünyayla ağırlaşmış gövdelerimizi taşımaya yetmiyor bugün ve hepimiz bu yüzden adeta doymak bilmez birer kemirgene dönüştük. Sadece hayatın tabii kaynaklarını değil, anlamını da kemirip duruyor; birbirimizi hiç bıkmadan usanmadan incitiyor, kendimizi şu kalabalık gezegende yalnızlığa, ıssızlığa mahkûm ediyoruz. Kimse kimseye kapısını açmak istemiyor, çünkü kimse kimseye güvenemiyor artık.
Bundan olsa gerek bugün pek çok insan, teorik doğrular ve pratik yanlışlar arasında bir arafta mahsur kalmış, bir labirentin sonu gelmez kıvrımlarında kaybolmuş hissediyor kendini.
Peki çözüm ne?
Bence bugünkü gönül yangınlarının asıl sebebi; nefreti körükleyen zulüm cephesi karanlığın siyahını artırmak için saflarını sıklaştırırken, bizim merhamet cephesini boş bırakmamızdır. Çözüm ise canımızı acıtma pahasına kendi içimizden çıkıp kendimize bakarak, ‘insan’da neyin yanlış gittiğine çok yakından bakmamızdan geçiyor!
Bilmeli ve görmeliyiz ki hamasi sloganlar, geçmişe tapınma ve ölü sevicilikle hiçbir dava başarıya ulaşamaz. Dolayısıyla bugünkü sorun, övünülecek bir geçmişe tapınmak değil; o geçmişten övünülecek bir gelecek inşa edememe sorunudur.
Bu yüzdendir ki Fatih'lerle övünüyor Fatih yetiştiremiyoruz. Sinan'larla övünüyor, onun yaptıklarının benzerini teknoloji yardımıyla kurtarsak da o yapıdaki samimi ruhu üfleyemiyoruz. Göğsünden hikmet emdiğimiz Anadolu Medeniyeti, dünyanın en büyük açık hava kütüphanesi iken, biz okuma yazma bilmeyen çöl bedevileri gibiyiz!
Aslında ne umudunu, ne azmini, ne de davasını yitiren; gözlerinde ışık, yüzlerinde tebessüm, hâllerinde hiç eksilmeyen çabayla; ecdadımızın geçmişte neyi nasıl inşa etmiş olduğunu birazcık idrak edebilirsek, bugün postumuzun nereden sökülmüş olduğunu da bulabiliriz.
İşte o an anlayacağız ki kardeşliğin, sevginin, merhametin, adaletin, eşitliğin, açıklığın, yalansızlığın ve paylaşımın olduğu yerden, halk dediğimiz toplum pek tabi ki yeniden doğacaktır. Ancak anekbutlar da ilahi beyana göre hep olacaklardır!
Unutmayalım ki,
Yaratılmışlar içinde sadece insan hakikate sadakatinden imtihan ediliyor. İnsan olmanın sadece zorluğu değil, başkalığı da bu imtihanda gizli!
Bu imtihanın sırrınca fark ve dert etmeliyiz ki; imha edilmiş Müslümanca algı dünyamız inşa ve ihya edilmedikçe, imha edilmiş beşeri coğrafyamız inşa ve ihya edil(e)meyecek; kavramlar sıhhatine kavuşmadıkça, eylemler sıhhat bulmayacaktır.
(Bitti)