ARAP BİRLİĞİ KINAYINCA
Sevgili dostlar, elimde olmayan nedenlerle sizlerden iki hafta ayrı kaldım. Şimdi yeniden buluştuk. Ne güzel.
Bu haftanın yazısında ;
Gündemde olduğu üzere, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü güven altına almak ve bu nedenle terör kaynaklarını yok ederek Suriyeli mültecilere de yurt edindirmek için Suriye’nin Kuzeyine askeri harekat düzenleyen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu eylemini “Kınama” işgüzarlığını marifet sanan Arap ülkelerine bir çift sözümüz var…
1517 yılında Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han’ın Memlükleri yenerek ( Ridaniye Zaferi ) İmparatorluk sınırları içine katmasıyla, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri 1921 yılına kadar sürecek olan 410 yıl süre ile Osmanlı İmparatorluğu yönetimine girmiş oluyordu. Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu idaresinden çıkıncaya kadar hiçbir sorun çıkmadan yönetilen Kudüs gibi, İmparatorluk sınırları içinde adalet ve refah içerisinde olarak yaşamları da başlamış oldu.
Çöllerde ve çadırlarda bedevi hayatı yaşarken 4 asır boyunca sürecek olan büyük bir devletin güvenli himayesine girdiler. İlk kez ciddi bir devlet bilinciyle yönetilmeye başlanan Arap ülkelerinin çöllerinde hurmadan başka bir şey yetişmiyordu.
Onların bu durumunu yakından bilen devlet yönetimince her yıl Surre-i* Hümayun alaylarıyla hac mevsiminde olmak üzere maddi yardım ve hediyeler gönderildiği gibi, başta II. Murat’ın Ankara’nın Balıkhisarı’na bağlı köylerin geliri ve kendisine ait Manisa’daki mülklerinin gelirlerinin üçte birini öncelikle Mekke ve Medine’ye olmak üzere yardımlarla sosyoekonomik açıdan desteklendiler.
Devletin içinde bulunduğu zor şartlara rağmen yine de 1900 – 1908 yılları arasında Şam ile Medine’nin ulaşımını sağlamak için inşa edilen demiryolu medeniyetle tanışmalarını sağladı.
Dolayısıyla topraklarında petrol bulununcaya kadar, hiçbir üretim yeteneği ve kapasitesi olmayan Arap ülkeleri dört asır boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun yardımlarıyla yaşadılar. Dile kolay 400 yıl boyunca yapılan bu yardımlar ve lütufları yazmaya kalksak burada sayfalar yetmeyecek.
Bütün bunlara rağmen yine de soralım;
Bu süreç içerisinde Arap ülkelerinde petrol yoktu. Dolayısıyla çölde kumdan başka bir varlığı olmayanların neyi ve nasıl sömürüldü de, kendilerine bunca yardımda bulunan bir Ulusun aleyhinde olmak sona ermiyor ?
Değerli okurlar, geleneğimizde yapılan iyiliği söylemek yoktur. Biz bunun bilincindeyiz. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya ve İran’la savaşmasını fırsat bilerek 1790’lı yıllarda Hz. Muhammed’in (SA) Türbesini, Mekke, Medine ve Taif’i yağmalamaktan tutun da ( Yağmayı yapan Suud Kabilesi’nin başında bulunan Abdullah bin Suud - Şimdiki Suudi Arabistan 7. Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud’un büyük dedesi 1820 Şubat’ında İstanbul’da başı kesilerek idam edilmiştir ), topraklarında petrol bulunmasıyla birlikte kendilerini Osmanlı İmparatorluğuna karşı kışkırtan İngiliz casusu Thomas Edward Lawrence ile işbirliği yapıp, dört asır boyunca koruyan, kollayan, vefada bulunan bir ülkenin aleyhinde olmaktan vazgeçmiyorsa bazı şeyleri hatırlatmakta fayda var…
Zaten okumak, bilgi sahibi olmak özellikle tarih okumakta özürlü olanlar neye karşı çıktıklarının da farkında değiller. Meşru olarak nitelendirdikleri Suriye yönetiminin arkasında durduklarını düşünüyorlar ama, aslında kendi ülkelerinin yönetiminden zulüm görerek Türkiye’ye sığınan 4 milyon Suriyeliye, kendi ırkdaşlarına Türkiye’nin de sahip çıkmasını engelleyerek çaresiz kalmaları yönünde çaba sarf ettiklerinin farkında değiller.
Yersiz yurtsuz insanların içinde bulunduğu durumu kavrayamıyorlar.
Kaldı ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Suriye’ye harekatı kesinlikle başka bir ülkeyi işgal değil, ülkemizde hedeflenen istikrarsızlığı ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditleri ortadan kaldırmak için başvurulan bir asayiş uygulaması ve tedbiridir.
İşgal olarak nitelendiren kaba fikirlerin aradaki ince farkı kavraması gerekiyor…
Esen kalın.
*Surre : İçine para, altın konulan kese.