AŞK NAKLİ MÜMKÜN MÜ MİHRİBAN ?
Belediyenin önünden geçerken azman Kızılay çadırları gözüme çarptı. Kızılay çadırları diyorum ama emin değilim. Belki de çadırların aklığı bende böyle bir algı yaratmıştı. Çünkü belediye otobüsündeydim. Otobüs hızlı, baş çevresi sıfır tıraşlı genç şoförü ağır abi takılmıştı. Bir önceki durakta sıkılmış, kravatını gevşeterek yakasını açmış, yerini belediyenin bir başka ağır abisine bırakmıştı. Bunları seyrediyordum.
Otobüs hızla seyrediyordu.
Bir ara Sağlık Bakanlığının amblemi gözümün önünden geçer gibi oldu; sonra organ bağışı gibi bir takım yazılar pul pul olup döküldü
Evet. Sonunda bu çadırların organ bağışı ile ilgili olduğuna karar verdim. Kendi kendime;
-Doğrusu başarılı bir algı yönetimi, dedim .
Peki, çadırlar neden böylesine azmandılar? Neden böylesine belediye binasının bütün cephesini kaplamıştılar.
Buna ilişkin anlamlı bir cevabım yoktu.
Çadırdaki görevliler beni ikna ederlerse ölümümden sonra kullanılmak üzere organ bağışı bile yapabilirdim.
En yakın zamanda geri dönüp gerçeği bulmaya çalışmalıydım.
Devlet hastanesi karşısındaki medikalciyle bir protez konusunda bilgi aldıktan sonra otobüse bindim.
Ne var ki hayatta her şey isteğiniz gibi olmuyor...
Otobüs beklentime uymadı; nedense buralıların alışıldık deyişiyle ;
-Aman adam sen de... Bu seferlik buradan geçsek kıyamet mi kopar , deyiverdi.
Yolcular için de bütün yollar Roma’dan geçiyordu. Zaten güzergaha itiraz eden yolcu çıkmamıştı. Ben de itiraz etmedim.
Hayallere daldım; lokantadayım...
Genç bir adam izin isteyerek masama oturmuştu. Adamın kara sarı yüzü vardı. Gençti ama hastalıklı bir maden işçisi gibi halsizdi. Hafif öksürüyordu. Bir akşam garsonun önüne koyduğu servis tabağına kafasına koyacak gibiydi. Gözleri çekikti ve Japon usulü beklendiğinden tığ gibi zayıf bizden ziyade uzak doğulu birine benziyordu.
Genç adam arkamdaki televizyonun akan görüntülerine yorum yapıp hayret Türkçe konuşuyordu.
-Türküm ama devlet bana bir Suriyeliye tanıdığı kolaylığı tanımıyor!..
Sonra anlattı. Karaciğer nakli için sıra bekliyormuş. Bu arada alması gereken ilaçlardan devlet para alıyormuş. Sonra gene anlattı. Japonya’da elektronik mühendisiymiş. Bilgisayar oyunları yazıyormuş. Japonya başarılı çalışmaları nedeniyle vatandaşlık vermiş.
Orada hastane ve ilaçlar bedava imiş.
-Ya karaciğer buldun mu, diye sordum.
Genç adam maalesef anlamında başını salladı. Orada da yeterli organ bağışı yokmuş. Tokyo’dan İstanbul’a geliş amacı ise hayattaki son ve en candan yakını olan annesini görmekmiş.
Gündüzleri Beşiktaş’ta bir yazılım firmasında çalışıyormuş.
Doktor ciğerini fazla zorlama, demiş. Ancak naçar; çalışmak zorundaymış.
Onu müdürüm diyerek karşılayan garson ise yemeğini sormadan önüne bir porsiyon enginar yemeği koymuştu.
Üzülmüştüm. Kalktım, sağlıklı, iyi günler diledim.
Otobüs çevre yolundan geçerek beni evimin yakınına bıraktı.
Eve gidince Balat’ta aynı pansiyonda kaldığımız konfeksiyonda ütücü olarak çalışan Karadenizli H’yi hatırladım.
Yatağa uzanıp geçmişte olanları hatırlamaya çalıştım.
Küçücük penceresinden koridora düşen solgun ışığı ile işlemeli yastığını gördüm.
Balat’ta bir pansiyondayım...
Karadenizli arkadaş aynı atölyede çalışan bir kıza âşıktı. Kız bir kere kendisine gülümsemiş o da gülüşüne meftun olmuştu.
Olay bu kadar basitti.
Ne var ki günler geceleri izledikçe bu sevgi onda karşılığı olmayan bir kara sevdaya , bir takıntıya, bir arap saçına dönüşmüştü.
Kız ile konuşmaya cesaret edemiyor arkadaşlık isteğinin reddedilmesinden korkuyordu.
Bir umudu vardı...
Yatmadan önce yastığını ters çevirip yatıyor, böylelikle sevgilisinin rüyasına girmeyi umuyordu.
Aradan zaman geçti, yemeden içmeden kesildi. Başucuna koyduğu kaset çalardan hep zurnayla memleket havalarını dinledi.
Dinledikçe inledi, ahu zar eyledi...
Zurnanın tiz sesi yüreğindeki yarayı daha derinleştirerek , onu kara sevdaya düşürdü ...
Damardan aldığı havalar onu iflah etmedi, etmeyecekti...
Balat’tan başımı kaldırdım. Uyandım...
Balat çok ama çok uzakta kalmıştı...Yoksa bütün bunlar lokantadaki müşteri , Balat’taki pansiyonda yaşadıklarım birer rüya mıydı?
Bugün organ nakilleri yapılıyor ancak aşk nakli yapılıyor mu Mihriban, dedim kendi kendime...
Sahi Mihriban diye biri vardı; rahmetli Abdürrahim Karakoç'un rüyalarımıza naklettiği....