CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

AŞK NAKLİ MÜMKÜN MÜ MİHRİBAN ?

Belediyenin önünden geçerken azman Kızılay çadırları gözüme çarptı. Kızılay çadırları diyorum ama  emin değilim. Belki de çadırların aklığı  bende böyle bir algı yaratmıştı. Çünkü belediye otobüsündeydim. Otobüs  hızlı,  baş çevresi  sıfır tıraşlı genç şoförü  ağır abi takılmıştı. Bir önceki durakta sıkılmış,  kravatını gevşeterek yakasını açmış,  yerini belediyenin bir başka ağır abisine     bırakmıştı. Bunları  seyrediyordum. 

Otobüs hızla seyrediyordu.

Bir ara Sağlık Bakanlığının amblemi gözümün önünden geçer gibi oldu; sonra organ bağışı gibi bir takım yazılar  pul pul  olup döküldü 

Evet. Sonunda bu çadırların organ bağışı ile ilgili olduğuna karar verdim. Kendi kendime;

-Doğrusu başarılı  bir algı yönetimi, dedim .

Peki,  çadırlar neden böylesine azmandılar? Neden  böylesine  belediye binasının bütün cephesini kaplamıştılar. 

Buna ilişkin  anlamlı bir cevabım yoktu.

Çadırdaki görevliler beni ikna ederlerse ölümümden sonra kullanılmak üzere organ bağışı bile yapabilirdim. 

En yakın zamanda geri dönüp gerçeği bulmaya  çalışmalıydım. 

Devlet hastanesi karşısındaki medikalciyle bir protez konusunda  bilgi aldıktan  sonra otobüse bindim.

Ne var ki hayatta her şey isteğiniz gibi olmuyor...

Otobüs beklentime uymadı; nedense buralıların alışıldık  deyişiyle ; 

-Aman adam sen de... Bu seferlik buradan geçsek kıyamet mi kopar , deyiverdi.

Yolcular için de bütün yollar Roma’dan geçiyordu. Zaten güzergaha  itiraz eden yolcu çıkmamıştı. Ben de itiraz etmedim.

 Hayallere daldım; lokantadayım... 

Genç bir adam izin  isteyerek masama oturmuştu. Adamın kara sarı yüzü  vardı. Gençti ama hastalıklı bir maden işçisi gibi halsizdi. Hafif öksürüyordu. Bir akşam garsonun önüne koyduğu servis tabağına kafasına koyacak gibiydi. Gözleri çekikti ve Japon usulü beklendiğinden tığ gibi zayıf  bizden ziyade uzak doğulu birine  benziyordu.

Genç adam arkamdaki televizyonun akan görüntülerine yorum yapıp hayret Türkçe konuşuyordu.

-Türküm  ama devlet  bana bir Suriyeliye tanıdığı kolaylığı tanımıyor!..

Sonra anlattı. Karaciğer nakli için sıra bekliyormuş. Bu arada alması gereken ilaçlardan devlet para alıyormuş. Sonra gene anlattı. Japonya’da elektronik mühendisiymiş. Bilgisayar oyunları yazıyormuş. Japonya başarılı çalışmaları nedeniyle vatandaşlık vermiş. 

Orada hastane ve ilaçlar bedava imiş. 

-Ya karaciğer  buldun mu, diye sordum.

Genç adam maalesef anlamında başını  salladı. Orada da yeterli organ bağışı yokmuş. Tokyo’dan İstanbul’a geliş amacı ise hayattaki son ve en candan yakını olan annesini görmekmiş.

Gündüzleri  Beşiktaş’ta bir yazılım firmasında çalışıyormuş. 

Doktor ciğerini  fazla zorlama, demiş.  Ancak naçar;   çalışmak zorundaymış. 

Onu müdürüm diyerek karşılayan garson ise yemeğini sormadan önüne  bir porsiyon enginar yemeği koymuştu. 

 

Üzülmüştüm. Kalktım, sağlıklı, iyi günler diledim. 

Otobüs çevre yolundan geçerek beni evimin yakınına  bıraktı.

Eve gidince  Balat’ta aynı  pansiyonda kaldığımız  konfeksiyonda  ütücü olarak çalışan Karadenizli  H’yi hatırladım. 

Yatağa uzanıp geçmişte olanları hatırlamaya çalıştım. 

Küçücük penceresinden koridora düşen solgun ışığı ile işlemeli yastığını gördüm.

Balat’ta bir pansiyondayım...

Karadenizli arkadaş aynı atölyede  çalışan bir kıza âşıktı. Kız bir kere kendisine gülümsemiş o da gülüşüne meftun olmuştu. 

Olay bu kadar basitti.

 Ne var ki günler geceleri izledikçe  bu sevgi onda karşılığı olmayan bir kara sevdaya , bir takıntıya, bir arap saçına dönüşmüştü. 

Kız ile konuşmaya cesaret edemiyor arkadaşlık isteğinin reddedilmesinden korkuyordu.

Bir umudu vardı...

Yatmadan önce yastığını ters çevirip   yatıyor, böylelikle sevgilisinin rüyasına girmeyi umuyordu.  

Aradan zaman geçti,  yemeden içmeden kesildi. Başucuna koyduğu kaset çalardan hep  zurnayla memleket havalarını dinledi.

Dinledikçe inledi, ahu zar eyledi...

Zurnanın tiz sesi yüreğindeki yarayı daha derinleştirerek , onu kara sevdaya düşürdü ...

Damardan aldığı  havalar onu iflah etmedi, etmeyecekti...

Balat’tan başımı kaldırdım. Uyandım... 

Balat çok ama çok uzakta kalmıştı...Yoksa bütün bunlar lokantadaki müşteri , Balat’taki pansiyonda yaşadıklarım birer  rüya mıydı? 

Bugün organ nakilleri yapılıyor ancak   aşk nakli yapılıyor mu  Mihriban, dedim kendi kendime...

Sahi Mihriban diye biri vardı; rahmetli Abdürrahim Karakoç'un rüyalarımıza naklettiği....

 

<