ASKIDA EKMEK
Müezzin akşam ezanını okununca bil ki hava katarakta, şehir ışıklarını yakmaktadır.
Mevsim güz sonu ise hava kapalı , ince ince yağan yağmur sigara kağıdı inceliğinde şehrin kaldırımlarına tüller gibi iniyordur.
Yağmurlu havada şemsiyen de yoksa fırının tentesi altında kuyruğa gireceksin.
Aynen öyle oldu. Ben de ekmek kuyruğuna girdim. Değerli hemşerim Ümit duyarsa ayıp olur; lütfen beni ekmek kuyruğunda gördüğünüzü söylemeyin. (Kendisine artık ekmek yemeyeceğimi söylemiş, kendi kendime de yemin etmiştim)
Yağmur bir taraftan, yeminimi yememin mahcubiyeti bir taraftan boynumu eğip düşünceli bir pozisyonda beklemekteyken önüm sıra vuku bulan bir hadise akşama damga vurdu.
Havalar soğumaya başlamış, soğuk ısırmaya başlamışken, benden önce sıraya girenler ekmeklerini koltuklarının altına alıp evlerine doğru savuşurken önümde kuyruk azalıyor, bendeniz fırına doğru hamle ediyor, adım adım yaklaşıyorum.
Birden bire ; elleri yazlık ceket ceplerinde, düşük omuzları içe büzüşmüş , ufak tefek, kara kuru, kısa boylu bir adam , her sıra kendine geldiğinde arkasındakine sırasını veriyor, müteakiben sıranın en arkasına giriyordu.
Bu adeta süt vurgunu ademe sordum. Adem, yüzünü yere eğip utanarak, sıkılarak belli belirsiz bir sesle itiraf etti ;
- Askıda ekmek alacağım da , dedi.
Hüzünlendim. Başımı yere eğdim. Fukaralık böyle bir şey. Bir kabahatmiş gibi gelir insana. Miden söz dinlemez, evde ekmek bekleyen çoluk çocuk kapını gözler...
Eve ekmeksiz dönen işsiz baba vurgun yemiş bir dalgıç gibi ayakları birbirine dolaşarak kapıda göründüğünde evin hanımı, üzgün;
- Ev sahibi geldi, çıkın diyebilir. Baba çektiği sıkıntıları bir anda boca ederek mahcup ve üzgün, kalburaltı çocuklarına ;
-Çocuklarım bugün de açız , bugün de ekmek getiremedim. Fırında ekmek kalmamış, diyebilir .
Açlıktan ve yanmayan sobadan uzaklaşan üşüyen çocuklar boyunları bükük , ısınmak için yorgan altına girebilirler...
Sıra bana gelmişti. Raflara baktım. En ucuz ekmek üç buçuk lira.
Laz fırıncı özür diler gibi ;
-Unun torbasına kırk lira zam geldi, dedi.
Fırının duvarında iş olsun diye magazin çalışan televizyon birdenbire habere geçti. Makyajlı genç bayan sunucu, uzun takma kirpiklerini kırpmaksızın biz ekmek sırasındakilerin gözlerinin içine baka baka ;
-Dolar ondört lira kırk kuruş oldu, dedi.
Ardından sayın Başkan görüntüye geldi ;
-Stokçuların, karaborsacıların tefecilerin canına okuyacağız . Faizi yere vuracağız , dedi.
Bir sokak röportajında konuyla sıkı ilgisi olduğu anlaşılan bir adam;
-Parayı bir kaç aile yönetiyor. Küresel soygun yapıyorlar. Faizle korkunç servet sahibi oldu bunlar. Savaşları çıkaranlar, dünyayı yaşanmaz yer yapan bunlar... deyip bir kaç gavur ailenin ismini verdi.
İma edildiğine göre bunların içimizdeki saklı seçilmişleri boğazda, villalarda, yalılarda , saray yavrusu köşklerde, rezidanslarda oturuyorlardı.
Duyduğuma göre darbeye direnirken şehit düşen köprü yolundaki şu restorantta iktidara dadanmışlar, hazır yemeğe gelmişken şu ihale işlerine bu tip yerlerde dadanıyorlarmış..
Gene duyduğuma göre burada bir kişinin yemek gideri bir asgari ücret kadarmış.
Nice yetim çocuk , dul, aciz yoksul, işsiz insanların hakkı burada yeniliyormuş.
Eskiden bu hadiseleri anlamak için nice nafile uğraşlar verip nice kitaplar devirmişim.
Şimdiyse her şey apaçık ortada...
Kılıçdaroğlu ‘na göre, Çorum ülkesinde, Şanlı Urfalı üretici bir başına ülkedeki fındık üretiminin yüzde kırkını gerçekleştiriyormuş...
Dalmışım. Şekerim başa bela... Fırıncı uyandırdı;
-Keseyim mi, deyince ben;
- Kesme, dedim. Ekmeği koltuğum altına alıp eve doğru yürürken askıda ekmek bekleyen adamın kuyruğun en arkasına geçtiğini gördüm...