CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

ASKIDA EKMEK

Müezzin akşam ezanını okununca bil ki hava katarakta, şehir ışıklarını yakmaktadır. 

Mevsim güz sonu ise hava kapalı , ince ince yağan  yağmur sigara kağıdı inceliğinde  şehrin kaldırımlarına  tüller gibi  iniyordur.

Yağmurlu havada şemsiyen de  yoksa fırının tentesi altında kuyruğa  gireceksin. 

Aynen öyle oldu. Ben de  ekmek kuyruğuna girdim. Değerli hemşerim Ümit duyarsa  ayıp olur; lütfen beni ekmek kuyruğunda gördüğünüzü söylemeyin. (Kendisine artık ekmek yemeyeceğimi söylemiş, kendi kendime de yemin etmiştim) 

Yağmur bir taraftan, yeminimi yememin mahcubiyeti bir taraftan boynumu eğip düşünceli bir pozisyonda beklemekteyken  önüm sıra vuku bulan bir hadise akşama damga vurdu. 

Havalar soğumaya başlamış, soğuk ısırmaya başlamışken, benden önce sıraya  girenler ekmeklerini koltuklarının altına alıp evlerine doğru savuşurken  önümde kuyruk azalıyor,  bendeniz  fırına doğru  hamle ediyor, adım adım  yaklaşıyorum. 

Birden bire ; elleri yazlık ceket ceplerinde,  düşük omuzları içe   büzüşmüş , ufak tefek, kara kuru, kısa boylu bir adam , her sıra kendine geldiğinde arkasındakine   sırasını veriyor,  müteakiben sıranın en arkasına giriyordu. 

Bu adeta süt vurgunu  ademe   sordum. Adem, yüzünü yere eğip utanarak, sıkılarak belli belirsiz bir sesle  itiraf etti  ;

- Askıda ekmek  alacağım da , dedi.

Hüzünlendim. Başımı yere eğdim. Fukaralık böyle bir şey. Bir kabahatmiş gibi gelir insana.  Miden söz dinlemez, evde ekmek bekleyen çoluk çocuk kapını gözler...

Eve ekmeksiz dönen işsiz baba vurgun yemiş bir dalgıç gibi ayakları birbirine dolaşarak kapıda göründüğünde evin hanımı, üzgün;

- Ev sahibi  geldi, çıkın diyebilir.  Baba  çektiği sıkıntıları bir anda  boca ederek mahcup ve üzgün, kalburaltı çocuklarına ;

-Çocuklarım bugün de açız , bugün de ekmek getiremedim. Fırında ekmek kalmamış, diyebilir .

Açlıktan ve yanmayan sobadan uzaklaşan üşüyen çocuklar boyunları bükük , ısınmak için yorgan altına girebilirler...

Sıra bana gelmişti. Raflara baktım. En ucuz ekmek üç buçuk lira. 

Laz fırıncı özür diler gibi  ; 

-Unun torbasına kırk lira zam geldi, dedi. 

Fırının duvarında iş olsun diye magazin çalışan televizyon birdenbire habere geçti. Makyajlı  genç bayan sunucu, uzun takma kirpiklerini kırpmaksızın biz  ekmek sırasındakilerin gözlerinin içine baka baka ;

-Dolar ondört lira kırk kuruş oldu, dedi. 

Ardından sayın Başkan görüntüye geldi ;

-Stokçuların, karaborsacıların tefecilerin canına okuyacağız . Faizi yere vuracağız ,  dedi. 

Bir sokak röportajında konuyla sıkı ilgisi olduğu anlaşılan bir adam;

-Parayı bir kaç aile yönetiyor. Küresel soygun yapıyorlar. Faizle korkunç servet sahibi oldu bunlar. Savaşları çıkaranlar, dünyayı yaşanmaz yer yapan bunlar... deyip bir kaç gavur ailenin ismini verdi. 

İma edildiğine göre bunların içimizdeki saklı seçilmişleri boğazda, villalarda, yalılarda , saray yavrusu köşklerde, rezidanslarda  oturuyorlardı. 

Duyduğuma göre  darbeye direnirken şehit  düşen  köprü yolundaki şu restorantta iktidara dadanmışlar, hazır yemeğe gelmişken şu  ihale işlerine  bu tip yerlerde dadanıyorlarmış.. 

Gene duyduğuma göre burada bir kişinin yemek gideri bir asgari ücret kadarmış. 

Nice yetim çocuk , dul, aciz yoksul,  işsiz insanların hakkı  burada yeniliyormuş. 

Eskiden bu hadiseleri anlamak için nice nafile  uğraşlar verip   nice  kitaplar devirmişim. 

 Şimdiyse  her şey apaçık ortada...

Kılıçdaroğlu ‘na göre, Çorum ülkesinde, Şanlı Urfalı üretici bir başına ülkedeki fındık üretiminin yüzde kırkını gerçekleştiriyormuş...

Dalmışım. Şekerim başa bela... Fırıncı uyandırdı;

-Keseyim mi, deyince ben;  

- Kesme, dedim. Ekmeği koltuğum altına alıp eve doğru yürürken  askıda ekmek bekleyen adamın kuyruğun en  arkasına geçtiğini gördüm...

<