ATATÜRK, KİMSESİZ VE FAKİR İKİ ÇOCUĞA VELİ OLUNCA...
Biliyorsunuz, değil mi? 24 Kasım “Öğretmenler Günü”...
Son yıllarda pek öğretmenlere değil ama, “Öğretmenler Günü”ne sahip çıkmaya ve bu
günü en iyi şekilde kutlamaya çaba gösteriyoruz.
Özellikle uzun yıllar İstanbul’da başarılı görev yapan İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey,
o gün ne yapıp yapıp, hepimizi bir yerlerde topluyordu. Son yıllarda da Eyüpoğlu Eğitim
Kurumlarında “Öğretmenler Günü” adına lâyık kutlanıyordu.
O gün, yine Marmara Grubu Vakfı adına oradayız. Değerli Org. İlhan Kılıç (E.Org.Eski Hava
Kuvvetleri Komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri, “28 Şubat” davasından
tutuklandı, yargılandı, aklandı) birlikte vakfımızı temsil ediyoruz, yılın öğretmenine plaketini
vereceğiz.
İlhan Kılıç Paşam’a, kısa bir konuşma yapmamın uygun olup, olmadığını soruyorum. “Sen
bilirsin” diyor. Bu yumuşak yanıtından cesaret alıyorum, çünkü kafamın içinde harika bir
anekdot var, anlatacağım, millet bayılacak.
Sıram geliyor, sahneye çıkıyorum. Sunucu hanıma kısa bir konuşma yapacağımı
söylüyorum. Beni dinlemiyor, başka taraflara bakıyor.
Yine “Değerli hanımefendi, bu anlamlı gün ile ilgili küçük bir anekdotum var” diyorum ve
elimi mikrofona uzatıyorum, elimi itiyor. Allah, Allah... Kızcağız benden hazzetmedi. Tipimi
beğenmedi. Sonuçta bir kelam etmeden aşağıya inmek zorunda kalıyorum. Tabii benim müthiş
anekdotum da güme gidiyor.
Fakat o gün, güme gitti. İşte şimdi aşağıda bunu anlatıyorum. Değerli öğretmenlerimizi
bu anekdottan mahrum eden, acemi sunucu okusun da, vicdan azabı çeksin.
(Bu anı Yüksek Mimar H.Rahmi ÖZMEN’in amcası, M.E.B. Bakanı Abidin ÖZMEN ve
ATATÜRK arasında geçer. Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup
gitmesine gönlü razı olmayan Bakanın yeğeni 15.08.1985 günlü bir mektupla gazeteci yazar
Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985 tarihli KOLAY İLAN adlı gazetesinde yayımlar. Bu anı
Cumhuriyet’te 09.01.2002 günü yayınlanır.)
Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin
ÖZMEN’dir. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır, bakan gür sesiyle “giriniz” der.
ATATÜRK’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girer. Hoşbeşten sonra yaver,
Abidin ÖZMEN’e bir zarf uzatır. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. ATATÜRK’ten gelen bir
mektuptur bu:
“Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı...”
Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:
“Yaver Bey’le, size fakir ve kimsesiz iki çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun
göreceğiniz, bir liseye leyli meccani (parasız yatılı) olarak kaydını yaptırıp...”
Bu ATATÜRK’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan Abidin ÖZMEN,
Ortaöğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukları Haydarpaşa
Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp, her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının
‘veli ve ödeyen hanesine ATATÜRK’ün ismini yazdırarak’ bana getiriniz” der.
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak, Yaver Bey’le
ATATÜRK’e yollar.
Mektubun içeriği şöyle:
“Muhterem ATATÜRK, Yaver bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi
aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı ATATÜRK gibi
birisi bulunduğu için: bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız,
2
hem mantığımız, hem de vicdanımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğu da emirleriniz
gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul
taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ettim. Arz ederim.”
ATATÜRK bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek:
“Bak” demiş. “Senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı” diyerek olayı anlatmış. İnönü,
Bakan’ı adına özür dilemiş.
ATATÜRK:
“Yok özür dileme” Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı, her idareci bu medeni
cesarete sahip olabilse ve bunu gösterebilse...”
Bu anekdot müthiş bir şey. Devlet adamı örneğinde, bunu dilimin döndüğü kadar
anlatmaya ve insanlara ezberletmeye çalışıyorum.
Gerçi böyle adamlar, şimdi cımbızla arasak bulunmayacak kadar azaldı.
Böyle adam bulsak, böyle lider yok, böyle lider bulsak, böyle adam yok.
Atatürk’ün şu millete verdiği güvenle, bugüne kadar buralara ite kaka, avuç aça aça
geldik. Bundan sonra, Allah gelecek kuşaklara yardımcı olsun.
Bu bölümü de yine çok anlamlı bulacağınız Atatürk bağlılığını ve güvenini yansıtan bir
anekdotla ve gözlerimiz dolarak okuyalım:
“1937 Erzincan depreminde her şeyini kaybeden bir aile, 2-3 yıl yeniden yapılanmak için
yaşam savaşı veriyor. Fakat bir türlü huzuru ve parayı bulamıyor. Ana ve oğul sonunda göçe
karar veriyor.
Oğlan, anasına:
- Anne, Antalya’ya gidelim diyor.
Ana:
- Olmaz oğlum, orası çok sıcakmış, bana gelmez.
Bu kez oğlan:
- O zaman İstanbul’a gideriz.
- Aman be oğlum, orada ne işimiz var, İstanbul zengin yeri, oralar çok pahalıdır.
Ve ana devam ediyor:
- Ankara’ya gidelim.
- Anne, ora çorak, orda bir şey yok.
- Olsun oğlum, orada Atatürk var.
Oğlan gülerek yanıt verir..
- Anne Atatürk öleli 2 yıl oldu deyince, anne gümbür gümbür yanıt verir:
- Olsun, O’nun ruhu oralarda dolaşıyordur.”