Batı’nın Köle Ticareti ve Tehcir
İnsanlık tarihinin bir bütün olarak çağlara bölünerek de olsa ele alınması ve insanların 1948 yılından başlayarak elde ettiği ortak bilince dayalı ortak sözleşmeler, tüm yerkürede veya tek tek kıtalarda, siyasal, askeri, sosyal, ekonomik ve kültürel nedenlerden ve ihtiyaçlardan ve zorunlu ve doğal bağımlılıktan dolayı, herkesin menfaatini dikkate alacak şekilde geliştirilmesini ve kabul edilmesini, soykırım ve tehcir olayları ile ilgili olarak birer başvuru hukuku olarak ele alındığında, yapılan araştırmalardan da ortaya çıktığı gibi, ikinci bölümde yer alan, soykırımcı devlet veya grup uygulamalarının ve türlerinin, üye ülkelerin katılım, hazırlanma, kabul etme) onaylama ve altına imza atma süreçlerinde bulunmalarına rağmen, bu sözleşme ve bilelere katılan devletler, iç hukuka dayalı uygulamalarda, bunları kısmen ya da tamamen uygulamadıklarını ve bu tutumlarını sürdürdüklerini görmekteyiz. Sözleşme öncesindeki zafiyetlerin (insanlık suçlarının) sözleşmelerle bir daha aynı hataların (ikinci bölümde yer alan örneklerde de görüldüğü gibi) belli coğrafyada veya yerkürenin tümünde ortadan kaldırılması ve bir daha tekrarlanmaması için, her türlü çabanın gösterildiği, ama bazı devlet, millet, etnik ve dini grupların çeşitli yöntemler kullanarak sözleşmelerdeki tüm insanlık için gerekli olan maddeleri yerine getirmediklerini ve bir çok şeyi retorik olarak söylemlerde güç toplamak, güç edinmek ve ilişkileri çıkmaza sokmak, çözümü sürüncemede bırakmak için, hala insanlığın tüm geçmişinden ve kendi tarihlerinden ders almadan kullandıklarını görüyoruz. Bu bakımdan da, insanlığın, evrensel barış ve eşit insan ilişkileriyle yaşaması amacıyla, insan bilincinin yapılmasını zorunlu kıldığı bu uluslararası anlaşmaları kullanılmaya değer olmaktan ziyade çok taraflı veya iki taraflı anlaşmazlıklarda kendisini konjonktürel olarak güçlü gören bir veya bir kaç devletin kendisine ya da kendilerine hedef seçtiği başka devlet veya devletlerin açığını yakalamak ve suçlamak aracı olarak kullanılmaktadır. Bu da teoride tüm insanlığın refahı için yapılan, 4. bölümde görebileceğimiz uluslararası uzlaşmalardan doğan sözleşmelerin tamamen amaç ve ilkelerinin aksine, pratikte güç ekseninde çarpıtılarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.
Bu da sözleşmelerin bir barış aracı ve amacı olarak kullanımını değil, güçlü ülkelerin anlaşmazlıkları artırarak birer gerginlik hatta savaşa varan neden olarak kullanımını getirmektedir. Bu tehlikeli tırmanışın sadece 19., 20. yüzyıllarda değil 21. yüzyılda da süreceğini, sözleşmeleri imzalayıp sözleşmelere pratikte uymayan, hiçe sayan ve kendini konjonktürel olarak günümüzde güçlü gören, pasif ve aktif olarak saldırganlığını sürdüren, devlet ve ulusların tavır ve pratikleriyle yerküreye veya belirli kısıtlı bir coğrafyaya karşı zarar verdiklerini görüyoruz.
(Devam edecek)