BEŞLİ KONFERANSTAN DA NEDEN BİRŞEY ÇIKMAZ BUNLARI BM GENEL SEKRETERİ GUTERRES DUYSUN DİYE YAZIYORUZ
Şu Kıbrıs meselesinde zorlanmadık kapı kalmadı, çözüm için. Bütün kapıların kilitleri
paslandı, bütün sürgüler oldukları yerde fosilleşti ve bu kapılar bir kere daha açılmamak
üzere orada kaldı.
Crans Montana’da yapılmakta olan beşli görüşmeler, sanırım son kilit ve son
paslanmış sürgüdür.
Tam 49 yıldan beri süregelen görüşmelerden neden sonuç alınmadığını herhalde
son BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de anlamış olacak ki, “Zor çözülür” ifadesini
kullanmış...
Bugüne kadar yapılmış olan ikili görüşmeleri iki devreye ayırarak değerlendirmek
lazım. O dönemlerden birincisi, Nisan 1968-Mayıs 19074’tür. İkinci dönem de Mutlu Barış
Harekatı sonrasındaki dönemdir ki o tarihler de, Temmuz 1974-Haziran 2017’yi kapsar.
1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda Makarios’un bir açıklaması vardı.
“Biz bu müşterek Cumhuriyeti, ENOSİS’e bir sıçrama tahtası olarak gördüğümüz için
kurduk.”
Ve müşterek Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu ama Rumların ENOSİS hırs ve hayalleri hiç
bitmedi.
Nitekim Makarios Kıbrıs Anayasası’nın bazı maddelerini değiştirme isteğinde ısrar
edince herşey yıkıldı. O günleri hatırlıyoruz... Dr. Küçük Makarios’a. “Tek taraflı Anayasayı
değiştiremezsiniz” deyince, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Anayasa Profesörü olarak görev alan
Prof. Forstoff Dr. Küçük’ün sözlerini onayladı ve Rumlara, “Anayasa’nın maddelerini tek
taraflı değiştiremezsiniz” demiştir. Hal böyle iken Makarios isteklerinde ısrar edince Prof.
Forstoff da istifasını basıp memleketine dönmüştür.
Bunları BM Genel Sekreteri Gutteres de duysun ve gerçekleri bilsin diye yazıyoruz.
Ve devam ediyoruz yaşadıklarımıza ve şu andaki noktaya nasıl geldiğimize...
Ve sonunda 21 Aralık 1963’te Rumlar bütün devlet kurumlarını tek taraflı olarak gasp
edip, insanları katliam çukurlarında katletmeye başladı. Her taraf kan kokmaya başlamıştı.
Niçin? ENOSİS için.
İşte o süreçtir ki, BM Güvenlik Konseyi, 14 Mart 1964 kararını alarak sözde “Kıbrıs
Cumhuriyeti”nin varlığını ve devamlılığını bütün dünyaya duyurmuştur. Artık o günden
bugünkü noktaya kadar, Rumlar tek kanatla uçmaya çalışan kuş gibi uçmaya çalıştı ama
uçamadı.
Gerçekte Rumlar ne kadar suçluysa, BM Güvenlik Konseyi de o kadar suçludur bana
göre. Çünkü yıkılan ve o Cumhuriyetten fırlatılıp atılan Türklerin tek bir imza ve onayı
olmayan bir yapıya onay vermiş, o yalan ve yapay “Cumhuiryet varlığı” arkasına saklanan
Rumlar, tam on bir yıl Türkleri gettolarda yaşamaya mahkum etmiştir.
O onbir yıllık dönem zarfında insanlarımız sokaklardan alınıp götürüldü ve cansız
bedenleri kayıp olarak kayıtlara geçmiştir. Bugün hala toprağın altından kemiklerimiz bize
geri dönüyor.
Bunları BM Genel Sekereteri Guterres duysun ve öğrensin diye yazıyoruz.
Rumlar o on bir yıllık “kahramanlık” dönemlerinde adeta Türkleri şişte kebap etti
durdu. Bütün hayatlarını kararttı. Denktaş-Kleridis görüşmelerinde hep bizimle alay ettiler.
Denktaş’ın bütün iyi niyetlerine dudak büküp kapıları kapattılar. Niçin? ENOSİS için.
O görüşmeler daha da devam etti ama tırnak kadar Rumlardan olumlu bir sinyal
gelmedi. Hem de adanın geneline hakim oldukları, bütün devlet hazinesini kullandıkları ve
bütün Türk haklarını yedikleri bir dönemde. İşte o dönemlerdik ki Rumlar, adaya binlerce
Yunan askeri ve silah yığınağı yaptı.
Rumlar şayet Denktaş’ın yapıcı önerilerine olumlu yanıt verseler ve bir federasyon
çatısı altında yeni bir ortak cumhuiyet kurulmasına onay verselerdi, bugüne kadar yaşanan
noktaya gelinmezdi. Ne mal mülk meselesi, ne kayıplar konusu, ne özgürlük hattının
çekilmesi olurdu.
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun diye yazıyoruz.
O onbir yıllık getto hayatımızda Rumların tek düştükleri yanılgı, Türkiye’nin fiili ve
etkin garantörlük haklarını kullanmayacağı yönündeydi. O dönemde de Türkiye ve Türk askeri
ile alay etti durdu Rumlar.
Gasp ettikleri müşterek Kıbrıs Radyo ve Televizyon Kurumu yayınlarında bizlere hep,
“Bekledim de gelmedi” şarkısını çalıp çalıp durdular.
Nikos Samson Küçükaymaklı’yı yakarken ve binlerce Türkü öldürüp göçmen
durumuna düşürürken, eline geçirdiği Türk bayrağı ile bir fotoğraf çekip, gazetelere poz
vererek şöyle demişti Türk askerine!
“Cesursan gel al!”
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun diye yazıyoruz...
Ve 15 Temmuz 1974 Makarios darbesinde Rumlar ikiye bölünmüş ve EOKA “A” ile
EOKA “B” arasındaki silahlı çatışmada binlerce Rum kendi kurşunları ile öldürülmüşler ve o
öldürülen Rumlar için bile, “Bu kardeşlerimizi Türk askeri öldürü” deme cüreti
göstermişlerdir.
15 Temmuz 1974 darbesinde canını kurtaran Makarios Türkiye’yi müdahale etmeye
çağırmıştı. Niçin? Yunan Cuntası ile Nikos Samson ve fanatiklerinin saçma ENOSİS
hayallerinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını anlatmak ve kendi canını ve onun
yandaşlarını kurtarmak için. Yani yıllarca ENOSİS için çırpınan Makarios, sonunda garantör
ülke Türkiye’den, sadece Türkleri değil, Yunan Cuntası ve EOKA “B” yandaşlarından
canlarını kurtarması için müdahale hakkını kullanmasını talep etmişti..
Artık o 1963’ün Türkiyesi yoktu bütün dünyanın önünde. Bütün silah sanayiine
girmiş, kendi savaş gemilerini ve uçaklarını yapmaya başlamış, cesur Türk askerini ölümüne
yetiştirmiş bir BÜYÜK TÜRKİYE vardı Rumların ve bütün dünyanın önünde.
İşte o dönemdir ki, Yunanistan NATO’dan istifa etmiş ve dönem NATO Genel Sekreteri
Luns, “Yunanistan’ın NATO’dan çıkması önemli değil. Önemli olan Türkiye’nin NATO’da
kalmasıdır” ifadesini kullanmıştır.
Ama şımarık Rum fanatikleri, adayı kana bulamaya başladıkları gecenin şafak vaktinde
Türk ordusu, garantörlük haklarına dayanarak ve kendi soydaşlarının canlarını kurtarmak için
adaya çıkarma yapmıştır.
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun diye yazıyoruz...
Birinci Harekattan sonra Türk ordusu Girne’nin bir bölgesine hakim olup, Girne Boğazı
ile Lefkoşa ve Girne’yi birleştirerek kendi kontroluna almıştı. Sonra ateş-kes olunca, Cenevre
görüşmeleri başlamıştı. Rum görüşmeci Kleridis hatıralarında, “Keşke birinci harekattan
sonraki Türk tekliflerini kabul etseydim, bütün bunlar başımıza gelmezdi. Lakin o konuda
benim tek başıma karar vermem mümkün değildi” ifadelerini kullanmıştır.
O günlerde Denktaş Bey’in Cenevre’ye giderken alternatifli haritalar hazırlattığına
tanık olmuştuk. Taksim’den, kantonal sisteme kadar her alternatif vardı. Ama Rumlar,
Cenevre’de de efelenerek “Hayır, Türk askeri adadan çıkacak” deme cüreti göstermişti. Ve
dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş, şifreli telefon mesajını Ankara’ya yapmıştı.
Turan Güneş o telefon görüşmesinde, “Ayşe tatile çıkabilir” demişti.
Turan Güneş’in sözünü ettiği “Ayşe” kızıydı ama anlatılmak istenen güç, Türk askerinin
ikinci harekata başlayabilir mesajıydı.
Ve İkinci Mutlu Barış Harekatı ile Kıbrıs bir pasta gibi ikiye bölünmüştü.
Rumlar hazmedemedikleri yenilgi yüzünden Türk askerinin önünden kaçarken,
Muratağa ve Sandallarda büyük bir katliam yaparak, kadın, yaşlı insanları ve çocukları
katlederek bir çukurda cayır cayır yakmıştı.
Bundan başka güneyde kalan Türk köyü Taşkent’in bütün erkeklerini evlerinden silah
zoru ile toplayıp, kent dışında bir yerde tümü öldürmüşler ve bir çukura gömmüşlerdi.
Bundan başka binlerce Türkü Ağustos sıcağında stadyuma kapatıp hayvan muamelesi
yaşatmıştır.
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun diye yazıyoruz...
Sonra ne oldu?
Sonra hizaya gelen ve gülünç durumuna düşen Rumlar, mecburen “Nüfus Mübadele
Anlaşmasını” imzalamışlar ve bu anlaşma ile kuzeydeki Rumlar güneye, güneydeki Türkler
de, BM Barış Gücü araçları ile nakledilmişlerdi.
Nüfus Mübadele Anlaşması ile güneyle kuzey ayrılırken, Türkler artık özgür ve güvenli
kuzey topraklarında kendilerine bir vatan ve yeni bir hayat yaratmışlar ve kendi devletlerini
kurmuşlardır.
Nüfus Mübadele Anlaşması’ndan sonra da başlayan ikili görüşmeler yine sonuç
vermemişti. Şu Rum milleti nasıl bir milletti, anlamak mümkün değil.
Şayet Rumlar kuzeydeki KKTC’yi tanımış olsa ve iki küçücük devlet birbiri ile ticari,
kültürel, turizm ve her türlü kalkınma anlaşmaları imzalasalardı, bugün kimse Crans
Montana’da olmaz, çözüm oralarda aranmaz, Kıbrıs’ta gerçekleşirdi.
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun diye yazıyoruz...
Şu Kıbrıs görüşmeleri kaç tane görüşmeci eskitti? Kaç tane BM Genel Sekreteri
eskitti? Çok, hem de sayılamayacak kadar çooook...
Ve iki dönemin analizini yaparken, unutulmama adına Rumların AB’ye giriş süreci
başlayınca, ve Türkiye’ye de büyük vaadler yapılınca, Türklerin önüne kabul edilmez Annan
Planı konmuştu. Bütün AB üyesi ülkeler, aracılar, ABD, Garantör İngiltere ve en önemlisi
Türkiye yapılacak referandum için her iki taraftan da “Evet” oyu çıkmasını talep etmişlerdi. O
referandumdan ne çıktı?
Türklerden kocaman bir “EVET”, Rumlardan da kocaman bir “HAYIR” çıktı.
Ve Rumların “HAYIR”larına karşılık ödül olarak onları tek taraflı olarak AB’ye
almışlardı. Rumların AB’ye alınışının üzerinden bir süre geçince, Rumlar “YARIM KIBRIS” ile,
bütün dünyayı parmağının üzerinde oynatmaya başlamıştı. O oynatma sürecinde de AB’den
homurtular yükselmeye başlamıştı.
“Tek taraflı olarak Rumları AB’ye almakla hata ettik” diyorlardı.
Bu süreçte hem Türk tarafında hem de Rum tarafında liderler değişmiş ama Rumların
kafaları ve inatları değişmemişti. Bugüne kadar gelinen süreçte de bir netice alınamamıştır.
Ve şimdi beşli konferans Crans Montana’da devam ediyor.
Şimdi buyursun BM Genel Sekreteri de, AB’nin efendileri de, Rum propagandalarına
çanak tutan büyük güçler de görsünler bakalım bu görüşmelerden nasıl bir sonuç çıkacak.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu bütün gerçeği ortaya koymuştur.
“Sıfır garantiler, sıfır askerle anlaşma olmaz” dediğinde haksız mıydı Türkiye Dışişleri
Bakanı. Kıbrıs Türkü’nün Mevlût Çavuşoğlu’na büyük bir teşekkür borcu vardır. Bu birkaç
söz, gerçekte Kıbrıs Türkü’nün güvenli ve mutlu bir geleceğinin tescilini simgeleyen sözlerdir.
Bilemiyoruz... Montana’da ne çıkacak, göreceğiz. Ben diyorum ki, Crans Montana’da
hiçbirşey olmayacak ve diğer görüşmeler gibi bu beşli konferans da elleri boş bir şekilde
dağılacaktır.
Artık kimse görüşmeler için atıp tutmasın. Rumlarla bir gelecek olamaz. O nedenle
Kıbrıs Türkleri kendi geleceklerini güvenli bir şekilde, ambargosuz bir dünyada hazırlamak
zorundadır. O halde herkes kendi yoluna devam edecektir. Daha ne diyelim ki...
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun ve kafasına kazısın diye
yazıyoruz beyler!
Ve Genel Sekreteri uyarıyoruz!
“Sayın Guterres, lütfen şu 14 Mart 1964 BM Güvenlik Konseyi kararının iptali için
gerçekçi olunuz ve gerçek Kıbrıs’ın fotoğrafını bütün dünyanın önüne koyunuz.”
Koyunuz, çünkü gerçekte var gibi görünen “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye bir Cumhuriyetin
bir hükmü ve varlığı kalmamıştır.
Bir diğer deyişle, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ne kadar meşru ise, “Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti” de o kadar meşrudur veya meşru değildir.
Haydi beyler şapkanızı çıkartıp bu gerçeklerle geleceğin fotoğrafını çekiniz!
Bütün bunları BM Genel Sekreteri Guterres duysun ve gerçekleri kavrasın diye
yazdık.