Bir anım ve Metin Gürcan!..
Yine yazıma bir anımla başlayacağım...
1970’li yılların başlarıydı...
Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kurulmasına öncülük eden bir zamanların ünlü, şimdilerde ise yayım hayatından çekilen gazetenin tepe yöneticisiydim...
O yıllarda, Bulgaristan’la aramız iyi değildi...
Ben de gazetemde, Bulgar yönetiminin soydaşlarımıza yaptığı eziyeti konu alan kaynağından gelen haberleri oldukça büyük kullanıyordum...
Bir gün santral bana, “Bulgaristan İstanbul Başkonsolosluğu’ndan arıyorlar” dedi...
Ben de, “Bağla” dedim...
Telefonun ucundaki kişi, Bulgaristan İstanbul Başkonsolosluğu’nun Basın Müşaviri olduğunu ifade ederek, “Sizi ziyaret edip görüşmek istiyorum, sizce de uygun mu?” diye sordu.
Ben de, kendisine, “Elbette, buyurun gazeteye gelin, çayımızı için” dedim...
Randevulaştık, bana geldi. Sekreterim kendisini kapıda karşıladı.
Odama getirdi...
Benim odamda, yazı işleri müdürüm, haber müdürüm ve istihbarat şefim de hazırdı!
Bulgar Basın Müşaviri biraz rahatsız oldu, “Baş başa görüşebilir miyiz?” dedi.
Ben de kendisine, “Arkadaşlarım da gazetemizin üst düzey yöneticileri, rahat konuşabiliriz” yanıtını verdim.
Bana ziyarete gelirken, küçük bir teker de Bulgarlar’ın ünlü “Kaşkaval Peyniri”ni getirmişti.
Bana verirken, “Beğeneceğinizi umarım” dedi.
Ben de, “Olmaz, ben hediye alarak kendimi bağlamak istemem” diyerek, hediye “Kaşkaval Peyniri”ni teşekkürlerimle reddettim!
Üzüldüğünü ifade etti ve görüşmeye başladık!
Konuğum, “Gazetemin Bulgaristan’ı doğru olmayan haberlerle karaladığını” ifade edince, hemen “Sayın konuğum, ben haber kaynağıma mı inanayım, yoksa göreviniz nedeniyle taraflı olduğunuz size mi inanayım?” yanıtını verdim...
Tartışma büyümeden, sulh içerisinde, hoş sohbet şeklinde geçen görüşmemiz tamamlandı.
Bu görüşmeden bir süre sonra, Bulgar Basın Müşaviri beni Başkonsolosluğa davet etti!
Ben, daveti ancak dışarıda kabul edebileceğimi söyledim ve “Gazeteciler Cemiyeti’nin üst katındaki restorantta görüşebiliriz” dedim.
Orada birlikte yemek yedik, ilişkileri görüşmedik, sadece basını tartıştık, hatta yemek parasını da ben ödedim, ayrıldık!
Sonra postayla gönderi kaynağı belli olmayan bir tomar yazı geldi bana...
Yazıların tümü “Bulgar Mezalimi” üzerineydi...
Beğenmediğim ve kaynağı da belli olmadığı için yayımlamadım...
2-3 gün sonra bana bir telefon geldi...
Tahminime göre, beni MİT’ten aradılar...
Neden yayımlamadığımı sorup, ileri geri konuşunca, üzerine de tehdit edince, arayanı tersledim...
Anladım ki, MİT haklı olarak beni takip etmiş...
Bir süre sonra, gazetemizin sahibi rahmetli Ömer Öztürkmen arandı...
Bana, “Sana bir dosya gönderilmiş, neden yayınlamadın?” diye sordu
Ben de rahmetli Ömer Bey’in masasına dosyayı koydum...
İnceledi ve bana, “İyi yapmışsın” dedi...
Kendisi eski bir parlamenterdi...
***
Yukarıdaki anımı neden anlattım?
DEVA Partisi kurucularından eski asker, stratejist Metin Gürcan için yazdım...
Basına yansıyan ifadeleri şayet doğruysa, DEVA Partisi, Gürcan’ı derhal ihraç etmeli...
İnanmadığım, casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklansa da!
Doğru olup, olmadığına adalet karar verecek!
Ancak, Metin Gürcan, açık kaynaklardan derlediği raporları bazı büyükelçiliklerle paylaştığını ve karşılığında 400-500 dolar aldığını söylemiş!
Burada etik olmayan bir durum var. Ve en azından “vergi kaçırma suçu” işlendiği kanaatindeyim!
Etik olmayan durum, iktidara talip olduğunu iddia eden bir partinin kurucusunun böyle bir ilişkiye girmesi ve para alması...
Suç ise, fatura ya da makbuza dayalı olmayan belgesiz paranın alınması...
Bu, “vergi kaçırma suçu”dur, eğer belgesiz alınmışsa bu paralar...
Gürcan, siyasi şapkasını bir kenara koyarak, eğer bir danışmanlık şirketi kurup, açık kaynaklardan derlediği ve fikrini aktardığı raporu, faturalı satsaydı, bence tamamen suçsuzdu!
Hemen belirteyim...
DEVA Partisi, Gürcan’ın suçsuzluğu yargı kararıyla dahi (vergi kaçırma hariç) ortaya çıksa, bu kurucusunu derhal ihraç etmeli...
Çünkü, yeni bir parti bu yükü kaldıramaz!