BİR ARKADAŞ
Beynimi kemirip duruyor arkadaşın rahatsız edici bakışı…tavırları…
Sanki zan altında bir suçluyum !.. Bir şeyi sorguluyor ama ne?..
Günün geriye bıraktığı boş beleş hadiselerinden bezmiş, yorulmuş, derin bir uçuruma düşmüş gibi uykuya düşmüştüm.
Uyandım . Kalktım. Saate baktım; gecenin ikisi …
Açık bıraktığım televizyon bir açık oturum programını sürdürüyor.Birileri ha bire ABD başkan yardımcısı mumya yüzlü Mayk Pence ile ekibinin son Ankara ziyaretini tartışıyor.
Tartışmanın ana teması Erdoğan’ın baskıya boyun eğip eğmediği üzerine…
Yatmadan önce haberlere şöyle bir göz atmıştım. Sayın Erdoğan’ın omuzları düşmüş ve yorgundu. Hem suçlu hem güçlü tavrıyla insandan çok bir robot soğukluğundaki çirkin Amerikalı sevimsiz Pence ‘i yanına oturtmak zorunda kalmıştı. Benim de canım sıkılmıştı.
Toplantı başlarken taraflar bakışlarıyla havayı buz gibi soğutmuştular. Birbirlerinin yüzüne bakmamak için sağa sola bakıyorlar, birbirlerinin yüzüne bakabilenler ise içlerinden “hıh!” diye diye tebessüm ediyorlardı.
Çirkin mektubu alan Sayın Erdoğan, onu layık olduğu yere, bir çöp kutusuna atmış, harekatı başlatmıştı. ABD ‘nin bütün itirazlarına ,tehditlerine rağmen Türkler Suriye’nin kuzeyine akın edip nüfuz bölgelerini yerle bir etmişlerdi. ABD’liler takım taklavatlarını alarak bölgeden uzaklaşmıştılar. Türkler bunların büyük devlet kibrini kırmıştı. Moralleri bozuktu.
Sayın Erdoğan’ın hır çıkarmaya gelmiş Trump’ın adamlarını sabırla dinleyip masadan kaldırıp gönderdiği anlaşılıyordu. Suriye’den Türkiye değil, ABD çekiliyordu. Türkiye’nin misafirlerinin konaklayacağı ve yurt yapacağı topraklardan teröristler elini çekiyordu.
Uyandığımda ,televizyondaki CHP’li tartışmacı ise harekatın “savaş “ , son durumun “ ateş kes” olduğunda ısrar ediyor, AKP’li bir avukat şiddetle karşı çıkıyordu.
Uzmanlık alanım değil siyaset . Onlar tartışa dursun. Partiyle pırtıyla işim yok. Benim derdim o değil…
Adliyede rastladım; eski bir arkadaşıma. Çekinceli ,kaçamak gölgeli bakışlarıyla donakaldım. Aynı siyasi çizgide değiliz ama bu kavgayı art niyeti gerektirmez ki. Bu bakışlarda bir şeyler söylemek isteyip de söyleyemeyen birinin düşünceleri ,tereddütleri gizli . Nasıl bir düşünce bu çözemiyorum...
Kısacası , burnundan kıl aldırmayan, lütfen konuşan, espiri yapmayan ,ha bire politik karşıtlığıyla iğneleyici mesajlar veren biri var karşımda;
-Yahu arkadaş, ben seni böyle bilmezdim. Sen böyle dikenli konuşmazdın. Ben seni mert, delikanlı bir arkadaş bilirdim… Ben senin hangi zülfü yarene dokundum ? diyeceğim ama diyemiyorum. Onlarca yıllık arkadaşlığın ,dostluğun hatırına yapamıyorum bunu.
Bir şeye bozulmuş ama anlatamıyor…Ben de anlayamıyorum…
Sıkıldım artık. Konuşacak bir şey yok. Masadan kalkıp yemek tepsisini teslim ettim.
Eski arkadaş işyerinin lokantasından çıkarken koridorda asansörü gösterip; “ Binanın kapısından çık sağa dön. Solda metroyu göreceksin. Oradan gidersin ” dedi.
Binadan koşarcasına , aceleyle çıktım. Önce sağa , sonra sola dönerek metroya doğru yürüdüm…
Amaan sen de !
Hoşça kal çekinceli arkadaş…
Gökyüzü mavi atlas,iğne batmaz…
Hava mavi mi mavi; güzel mi güzel,güneşli mi güneşli…
Kederi, tereddütü, çekincesiyle bütün hayata merhaba, kedersiz uçan kuş merhaba, lekesiz mavi merhaba…