BİR BARDAĞIN ÇEVRESİNDE…
Sabah saatin onu…
Saat duvarın, bardak masanın üzerinde…
Masa örtüsünün üzerinde ak pak bir örtü…
Gün solgunlaşıyor; bet beniz gidiyor yavaş yavaş…
Kalkıp gitmeliyim; pencereye koştum. Bir 112 aracı geçiyor çığlık çığlığa…
Zaman usul usul geçmede ; gün bulutlara giriyor…
Gün bardağa kireçten öpücükler konduruyor…Misafir bardağı ışığa tutuyor; yanındaki
hanıma usulca ; leke!.. leke… Ay ne ayıp !...
Arkasını dönünce her şeyin eskidiğini fark ediyor insan…Leke eşyanın rengini
solduruyor…Halıların altını tozlandırıyor…
Pencereden gördüm; karşı kaldırımda zayıf ince siyahlı uzun topuklu bir kadın
yürüyor…Önünden canından usanmış bir kedi geçti. Aceleyle giyindim. Aşağıya inip
inmemede tereddüdüm var. Ana caddeye çıkınca,karşı kaldırımda bir dolmuş beni bekliyor
olacak.
Karacaahmet mezarlığının duvar dibi çiçekleri yolunmuş toprağı kucağını açmış yeni
çiçeklere…
İnersem aşağı bekleyen dolmuşa binmeyeceğim; gidersem Üsküdar’a yürürüm.
Dönmedolap sokağı ağzına kadar pazarcı esnafıyla kaynıyordur şimdi …
Pazarcılar, Malatyalı İsmail Ağa Konağının önünden itibaren Ahmediye’ye, sağlı sollu dal
budak salmıştır…
Konağın önündeki esnafın tezgahında uzun paçalı donlar sergilenir . Üşengeçim; tezgahta
biri bir liraya satılan parça bezler; az ileride küçük mutfak aletleri…İşyerine bunları taşıyıp
tekrar eve götüreceğim. Kadınların çul çaputu bedenlerine göre ölçtükten sonra yığının içine
attıklarını göreceğim. Pazarda canhıraş alış veriş yapan kadınlara hep hayret edeceğim.
Sanırsın dünya çul çaput üzerine kurulmuş; herkes örtünme derdine düşmüş…
Pencereden geri durdum. Masanın başına çöktüm. Flu bir ışık bardağın çevresinde oyun
oynuyor… Bardağın ağzındaki kireç lekeleri beliriyor usuldan; baktım zaman geçiyor…
Bardağı yerinden oynatmalı mıyım? En iyisi yerinde kalsın; aşağıya da inmeyeceğim;
vazgeçtim…
Örtüsü bozulmuş yatağa kulak verdim; beni çağırıyor…
Önce yatak örtümü düzelteceğim. Sonra…
Sonra, yüzümü duvara dönüp eskiyen zamanı bir su bardağının uçuk gölgesinde eriteceğim…