BİR DARBE DE SANATTAN! (2)
Geçen hafta bıraktığım yerden devam ediyorum: Sanatçılar olarak deprem oluncaya dek, üzerimize düşen sorumlulukları gerçekleştirdik mi? Bu kadar can kaybına neden olanlarla, piyasanın kirli ilişkiler ağı içinde, dolaylı da olsa ortak işler yaptık mı? Geçim sıkıntısı falan da çekmiyor iken, iş satacağız diye eleştiriyi rafa kaldırıp, çeşitli kapıları aşındırdık mı? (Plastik Sanatlar kastediliyor burada.) Bunları doğrudan veya değil, dile getirmedik sanat dünyası olarak! Bunu biz yaptık ve başardık! Hep birlikte!
Unutulmasın lütfen! Türkiye’de yaşayan herkes günün birinde depremzede olabilir! İstanbul depreminin kapıda olduğu söyleniyor. Hiçbir zaman gerçekleşmemesini ümit ederim. Ama farz edelim oldu! O zaman da “enkazların üzerine çıkıp” bu kadar rahat bir şekilde sanat aktiviteleri yapabilecek miyiz?
Edebiyat, kültür, sanat… Hiç masum değiliz! Keşke bu alanlarda da her birimiz kendimizden başlamak üzere, ‘savunma savaşları’ verebilsek! Ama başaramıyoruz ne yazık ki! Mizaha da konu olan, kahvehanelerdeki lakırtılarımızdan ibaret değil sadece, “dış ve iç mihraklar” meselesi yani. Bunun, zihinlerin sömürgeleştirmeye karşı direnmesinden başka kolay bir çözümü var mı? Hem sınıfsız ve sömürüsüz olması nasıl düşünülebilir kültürün, sanatın, edebiyatın… Kültür ve sanat kurumları ile bunların yöneticilerinin… Türkiye’de sanat alanında “beyin takımı” olduğu zannına kapılan bu kesimlerde ne olup bittiğini çoğu kişi biliyor ve nedense ısrarla susmayı tercih ediyor. Bataklığa neredeyse bulaşmayan kalmadığı için olabilir mi? Kaybedecek hiçbir şeyleri de yok oysa! Sadece onlar değil, mevcut düzende tüm taraflar kaybediyor. Oysa başta itibar olmak üzere çok şey kazanılabilir… Durum gerçekten vahim! Mesela “koleksiyonlar”; her an “sanat eserlerinden” oluşan çöp ev-lere dönüşebilir! Diyelim ki şimdilik yutturuldu abartılmış işler! Peki ya sonraki kuşaklar bütün bu aşınmayı nasıl açıklayacak? Çok kötü bir miras bırakılıyor. Başka şeyler döndüğü ve çok iyi bildikleri için her şeyi!.. Her neyse! Bunlar halihazırda ispatladıkları üzere, burunlarının ucunu bile görmekten aciz ve alanda yaşanan çürümenin, sanatı kaplayan müsilajın baş sorumlularından. Bir diğeri de akademi. Tersini iddia edenler de olabilir. Yani “Çoğulcu ve demokratik bir kültür politikası izliyoruz; sanat ve kültür endüstrisinin şekillenmesinde manipülatif bir tutum içinde değiliz!” diyebilir. Merak etmekteyim; bu “beyin takımı” olduğu zannına kapılanlar uzmanların bahsettiği büyük İstanbul depremi olduğunda, hangi “enkaz estetiğini” öne çıkartacak acaba? Sonra da tüm şehri tam veya kısmi olarak “modern sanat merkezleriyle” donatma, dönüştürme diktesi mi verecek kendi elemanlarına? Bizzat yaşadığı zaman bunu yapabilecek mi gerçekten? Deprem gerçekleştiğinde, ki bir mucize olsun ve o cehennemi hiç kimse yaşamasın, bekleyip göreceğiz! Hayatta kalırsak tabii! Bu şekilde sahadan, halktan kopuk, hedonist bir tavır içinde, anında unutursak olan biteni; sıra bize geldiğinde, birileri belki de hiç bir zaman enkazlara ulaşamayacak! Böyle bir şey hiç olmadı, yaşanmadı, iftira atıyorsunuz! denecek. “Nerede bu insanlar?” “Yok!” “Bari yitirdiğimiz canlarımızı verin!” “Yok!” “Hiç doğmadınız ki!” yanıtları alabileceğiz belki de! Geçtiğimiz yıllarda yakınlarının cenazesinde yüksek sesle ağlamasına bile izin verilmeyen aileler aklıma geliyor. Veya savaştan kaçıp ülkemize sığınmak zorunda kalan yoksul Suriye vatandaşları vd. Halen de devam eden ırkçı ve pejoratif bir söylem hakim, “aydın” kesimde bile. Akıldışı, insanlık dışı bir kutuplaşma var. İnsan veya bir canlı varlık olarak bile görmek, kabul etmek istemiyorlar ötekileri. Yeryüzü sadece onlara ait sanki! Kin ve nefret saçıyorlar. Göçmen kuşları bile, göç mevsiminde bu göç yolunu izledikleri için vurup yere indirebiliyor bazı sığ kafalar. Artık varın siz tahmin edin gerisini!.. Kim bilir daha neler olacak?
Bu zihniyet, can çekişen, ağır yaralı, acil yardım gerektiren durumlarda da sadistçe bir keyif alarak, nasıl olsa bu kişiler bizden değil, diyerek müdahaleyi geciktirip, ölümleri seyre durabilir! İnsanlığımız buralara evrilebilir; eğer şu anda yapıp ettiklerimizi gözden geçiremezsek! Sanat dünyasının sergi açma, kapama sevdası yaşayan aktörleri de bu seyre duranlarla kolkola girerek, enkazlardan hangi kareleri yakalayabileceğini, nasıl sinemaya aktaracağını, koluna girdiği kişilere ne zaman sergilerini açtırabileceğini; kimlere satıp ne kadarını paraya dönüştürebileceğini hesaplayabilir yine…
Devam edecek…
Jale İris Gökçe
Nisan 2023 - Çankaya