Bir Senyör Aramızdan Ayrıldı
Gönül adamı olabilmek her faniye nasip olmaz!
İnsanın yüzünün güleç olması, şikayet yerine şükürden söz edebilmesi, elindekini paylaşabilmesi de her faniye nasip olmaz.
Fransız “seigneur-senyör” der. Almadan veren anlamında olan bu sözün anlamında yalnız paranın, bilginin becerinin, şefkatin, aklın karşılıksız dağıtımı veya hediyesi bulunmaz. “Senyör” her şeyin Allah’tan geldiğini bilen ve her şeyin Allah’ın isteği doğrultusunda gerçekleşeceğini kavrayan kişidir. Onun için, Hıristiyanlar din ulularına, din önderlerine “monsenyör” derler.
Müslüman felsefesinde Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz inancı vardır. Gönül gözü açık olanlar, kimseye kalmamış bu dünyada “senyör” gibi yaşarlar. Ben “senyör” sözünü gönül adamı olarak kendimce Türkçeleştirdim.
İnsanı dünyada varlık nedeni olarak görenler, sahip olunan varlığın değerlerinden nemalanmak isterler. Bunu doğal bir hak ölçüsü olarak görmek mümkündür. Buna saygı duymak da gerekir. Ancak bu saygın hak ölçüsünü elinin tersiyle itip “mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” diyebilenlerden olabilmek herkese nasip olmaz, olamaz. Bu nasipten kısmeti olanlara batılılar “senyör”, ben “gönül adamı” derim.
İşte böyle bir “senyör” - Hadi Türkmen, geride bıraktığımız 9 Kasım günü, verebileceğinin hepsini geldiği yere iade ederek aramızdan ayrıldı.
Bütün dinlerin ritüelleri gönül adamlarının, gönül gözü açık olanların yani senyörlerin iade ediliş olayını iki sevgilinin buluşması olarak değerlendirirler.
Hadi Türkmen’in ilişkilerinde, lisanında, anlatımında, takdiminde zarif bir incelik, sade bir cömertlik ve görünmez bir şefkat vardı. Marmara Grubu Vakfı’nın kuruluşundan bugüne gelişine kadar çizdiğimiz çizgide onun payı büyüktü. Birbirimizi tanımamızda hakkı vardı. İsmet Güral’ı, Turan Sarıgülle’yi, Mithat Yümlü’yü, Özcan Oal’ı onunla daha çok sevdim desem, yalan olmaz.
En verimli çağında şeker hastalığının vücudunda yaptığı tahribata rağmen yaratıcı, hamleci ve verimli çalışmalarını usanmadan sürdürdü. Devamlı temas halinde, insanlara bir şeyler sunabilme gayreti içinde yatağında sabahtan akşama elinde telefonuyla kucaklamadığı insan kalmadı. Erzurum’la, Ankara’yla, Bursa’yla, Almanya’yla konuştu, durdu.
Hasta yatağından televizyonlara, gazete sütunlarına katıldı. Yazdı, çizdi. Ama hep verici, hep senyör oldu.
Sürekli vermek, sürekli organize etmek, sürekli yan yana getirmek için koşturdu. Ölümüyle ailesini, sevenlerini tarifsiz acılar içinde bıraktı ama ulaştığı vuslatla huzursuz bedenini huzura kavuşturdu.
Genç yaşta sporda söz sahibi, iş dünyasında önemli aktör, engelliler arasında ağabey sıfatını elde eden ve gerçek anlamda gönül gözü açık bu dostumuzun aziz hatırasını O’na ait renkli bir değer ölçüsüyle noktalamak isterim:
“2000’li yılların başıydı. Almanya’dan Marmara Grubu Vakfı’na bir bakan misafir-konuşmacı olarak gelmişti. Bakanın yanında bir-iki Alman da refakatçi vardı. Hadi lisan bildiği için, onlarla beraber oturttuk. Masada İngilizce konuşuyorlar. Adamlar Hadi’den bizim hakkımızda bilgi almak arzusuyla soruyorlar. “Bunların siyasi görüşleri nedir?” gibi sorular… Hadi cevaplıyor: “Bunlar demokrat insanlardır. Hoşgörülü insanlardır”. Alman anlamıyor, bir daha soruyor: “Nasıl hoşgörülü, nasıl demokrat?” Hadi cevaplıyor: “Baksanıza benim gibi bir zenciyi bile aralarına kabul ettiler.” Herkesi güldüren bu cevapta kendi kendisiyle bile dalga geçebilecek kadar ileri bir değer ve ironi ölçüsü sahibi olan Hadi’ye Allah’ın rahmeti üzerinden eksik olmasın diyorum.