BİZİMKİLER!
Pişkinlik demiştik önceki hafta. İnsanın pişkini, ekmeğin pişkinine benzemez demiş meslek pişkinliklerini sıralamıştık.
Bizim mesleğin pişkinlerine gelmeden de Cafer Yarkent’le anılar paylaşmıştık. Başta Caf olmak üzere, bayağı bir ilgi çekince yazı ben de “bizimkiler”le devam etmeye karar verdim.
Bizimkiler derken, Babıali’de yollarımızın kesiştiği arkadaşlarımız, ustalarımız, çıraklarım falan filan. Caf’la açtık kapıyı, Çetin Emeç’ten çıkarız gayrı. 8 yıl karşılıklı oturduğum Çetin Emeç için yazılası çok şey olacak elbet, geçtiğimiz günlerde “Ustalara Saygı” gecesinde anlatamadıklarımı burada yazacağım hiç merak buyurmayın efendim.
Tren kondüktörü yolcuya soruyor: “Niçin bilet almadınız?” O da sırıtarak ve açıkça anlatıyor: “Evleneceğim de para biriktiriyorum.”
Bu pişkinlikse ben de bi pişkinlik yapayım,”bu güne kadar neden yamadın?” diye sorarsanız, “Evlendim de vakit bulamadım” mı desem…
Efendim Seçkin Türesay’dan Çetin Altan’a. Ahmet Altan’dan Altan Erbulak’a. Tufan Türenç’ten Doğan Heper’e yolumun kesiştiği tüm “Bizimkiler”i sıralayacağım söz. İsimleri tek tek yazsam haftalar alır diyerek aklıma gelen anıları sırasız olarak anlatacağım.
İleri de Engin Köklüçınar, benim yapamadığımı yapar ve Yenigün Yayınları adı altında kitaplaştırırsa bana da değerli bir armağan olarak geri döner.
Bugün Celalettin “Çetin” ağabey ile aralayalım kapıyı.
Hürriyet’in sabah toplantısındayız, arkadaşlar eteklerindeki taşları döküyor masaya, yazıişleri değerlendirme yapıp sayfalara yönlendirecek. Celalettin Çetin girdi salona toplantı masasına yaklaştı, ellerini yumruk yapıp toplantı masasına dayadı ve inanılmaz bir trat attı. Belli ki bir şeylere içerlemiş. Hürriyet’in büyüklüğünden ve mevcut yönetimin küçüklüğünden söz etti durdu. Davudi sesi tüm salonda dakikalarca çınladı ve “Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim arkadaşlar” diyerek salonu terk etti.
Uzun süren bir sessizlik oldu. Herkes şaşkın birbirine bakıyordu. Ertuğrul (Özkök) ağabey bozdu sessizliği: “Korsan gösteri.”
Bu olaydan sonra Celalettin ağabey istifasını verip Milliyet’e geçti. Orada da kesişti yollarımız daha bir dolu anımız oluştu onlara da gelecek sıra…
Ertuğrul ağabeyinki pişkinlik miydi bilmiyorum ama, pişkinliğin en ibret verici örnekleri politikada sergileniyor.
Politikacı milletin gözünün içine baka baka, yalan olduğunu bile bile yalan söylüyor. Pişkinlik ile utanma arasındaki mesafeyi doruğuna çıkartmayı, politikacı başarıyor. “Utanma”da yüzde kaç olursa olsun tenzilat yapmadan pişkinlik başlamıyor. Utanma’dan özveri mi desek, Utanma’dan vazgeçmek mi desek bilemem, pişkinlikte olgunluk rütbesine çıkartıyor.
Dilim yandığı için yoğurdu üfleyerek yediğimden, politikayı daha da uzatıp bişeyini çıkartmadan noktalıyorum.
Sanık yedinci kere huzura çıkarılınca hakim bey çok kızıyor: “Ben sana daha geçen ay bir daha karşıma gelme demedim mi?” Sanık hak veriyor: “dediniz hakim bey unutur muyum hiç?” Sonra yanındaki polisi göstererek devam ediyor: “Ama bu adama dert anlatamadım, inanmadı!”…
Siz ne derseniz deyin ben her hafta karşınızda olacağım efendim…
Sevgiyle kalın.