M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ÇAĞIN ŞİFRELERİ (2)

Demek ki akıp giden zaman içinde, insanlar dört şeyi yapmıyorlarsa ömürleri boşa geçiyor demektir. Bunlar aynı zamanda “evrensel kurtuluşun” da dört şartıdır. Bu asgari dört şey dışında bir şekilde “edinilmiş tarihsel kimlikler, nüfus cüzdanlarındaki din haneleri, kurtulmuş millet, seçilmiş kavim, şanlı tarih, mübarek soy avuntuları” insanı kurtaramayacaktır. 

Şimdi bu şartlara kısa bir göz atalım;

İlk şartımız iman. Tahkikinden haberimiz olmasa da taklidinden dem vurarak sürekli eleştirdiğim ‘İman’ kavramı, yani kainatın yegane yaratıcısının varlığını bilmek ve ona güvenmek, insanı ontolojik yalnızlıktan kurtarır. Ona evrenin bir sahibi olduğu duygusunu verir. Bu duyguya sahip olan bir insan ise korku, endişe ve tedirginliklerden azad olur.

İkinci şart salih amel. Bu şartın anlatımı ciltler dolusu kitaplara sığmasa da kısaca diyebiliriz ki iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışan insan, yaşadığı çağı yaşanabilir bir dünyaya çevirir. İlk şartın “iman” konulmasının sebebini, bu noktada daha fazla idrak edebileceğimiz kanaatindeyim. Çünkü ancak hakiki iman sahiplerinin amelleri sâlih olur, sâlih amel işlemek de insanı imanın hakikatine yaklaştırır. Yani helâl dairesinde kalmak şartıyla, Allah rızası için yapılan her şey salih ameldir. Herhangi bir işin bizi imanın hakikatine yaklaştırıp hüsrandan kurtaracak bir sâlih amel olması için de olmazsa olmaz ilk şart, Allah rızası, yani iyi niyettir.

Ne diyoruz hep; “Allah’ın terazisi hassastır; sadece ‘niyet’ ölçer!” Çünkü, niyet temiz olursa hedef tam on ikiden vurulmuş olur. Hedef on ikiden vurulunca 312 kişi ile Bedir’e çıkar, toprağı titretirsiniz. Hedef on ikiden vurulunca Kur’an’ı yırtmaya gelen adam, onun önünde diz çöker. Hedef on ikiden vurulunca örümcek, saklandığınız mağaranın kapısına ağ örer, deve hakeminiz olur, karaya yaptığınız gemiye Allah su gönderir, rüzgârlar emrinize verilir, kuşlar dalgalanmanıza katılır, nehirler hayatınıza akar, iki güvercin bekçiniz olur, tabiat yürüyüşünüze iştirak eder, varlığın kalbi sizinle atar, içiniz evrenin huzuru ile dolup taşar!

Üçüncü şart hakkı tavsiye etmek! Hak, hukuk ve adalet için omuz omuza vermek; ancak hakkın tavsiyesi sadece dil ile olursa pek fayda sağlamaz. Tavsiye sahibi hakkı kendisi yaşayabiliyorsa davranışları etrafına zaten sirayet eder. Yani, hep dediğimiz gibi kal (söz) değil hal(davranış)!

Günümüze bakalım;

Konu ne? Hakkı tavsiye etmek! Adam İlahiyat Profesörü. Milyonların izlediği bir tv programında samimiyet yoksunu bir dille Hz Hatica(ra) validemizi anlatıyor;

“O, varını yoğunu kocası için harcadı!”

Mesaj kime? 

Günümüz kadınlarına!

Peki bunun yerine; “O, nübbüvetin darlık günlerinde emeğini, nefesini, varını, yoğunu Allah ve Resülü için hracamış bir gönül sultanı idi” desek? Hz Hatice(ra) gibi bir güzideyi “hakikate emektar bir rol model” olarak anlatmak dururken, “eşine sponsorluk yapan kadın” imajıyla neden anlatırız?

Ne hazin bir tablo! Verdiğim örnek “kocanıza köle olunuz” mesajı yerine, “Allah’ın rızası için herşeyinizi feda ediniz” şeklinde aktarılsaydı ben gider o hocamızın ellerinden öperdim! Ama hakkı tavsiye ederken nefsin isteğiyle maslahatçı akla yönelirsek o zaten bu isteği makul gösterecek gerekçeler arar. Sonucunda eğer vicdan ölü veya uykuda ise bu istekleri kınanmaz, aklanmaya çalışılır. Bu konudaki listeyi uzattıkça uzatabiliriz!

Dördüncü şart neydi; “sabrı tavsiye etmek!” Yani her türlü zorbalığa ve zorluğa direnip, bundan dolayı başa gelenlere katlanmak ve hayatın malum dertlerini elbirliği içinde paylaşmak acıların ilacı olur diyor Allah!

“Arkadaşlar bir derdi olan varsa söylesin, Allah’tan ve birbirimizden başka dostumuz yoktur. Ne yaparsak birlikte yapacağız! El ele, gönül gönüle, omuz omuza verirsek Allah’ın rahmet ve merhameti üzerimize yağacaktır! Hastası olan, borca batmış olan, başı belaya giren, düşen kim varsa söylesin!” diye çözüm sancısı içinde dertdaş olmaktır!

Okuyor, duyuyoruz. “Sahabi Asr Süresi’ni okumadan dağılmazdı!”

Ne anlıyoruz bundan? Asr Süresi’ni okumak yani Rabbimizin bu dört şart olmazsa sınıfı geçemezsiniz dediği şey, bu ve benzeri sorun ve sıkıntılara çözüm aramak, paylaşmak ve öyle dağılmak demektir. 

İki satırlık bir süreyi ezberinden okuyup dağılmak mı? Hayır kardeşim! Asr Süresi’ni okumak “iyiliği, güzelliği ve doğruluğu yaymak için ne yapabiliriz?” sancısı içinde kıvranmaktır. “Zulüm ve haksızlıkla dolmuş dünyada hak ve adaleti tesis için nasıl çözümler üretebiliriz?” diye uykusundan olmaktır! “Bakın boşanmalar artıyor, aileler dağılıyor, fuhşiyat her tarafı kapladı, uyuşturucu giderek yayılıyor, sahipsiz çocuklar sokaklarda yatıyor, ihtiyarlar yalnızlığa terk ediliyor, komşu komşuya selam vermiyor!” diye kum tanesi olup çölün derdiyle dertlenmektir. Bunları konuşup çözümler ve çareler üretmek, bunlar için elele vermek, elbirlik olmak, omuz omuza vermek (tavsiyeleşmek) demektir

Yoksa kafasına yığınla dert ve sorunu olan bir adamın yüzüne Asr Süresi’ni okuyup el Fatiha demekle Asr Süresi okunmuş olmaz. Böylesi bir toplantıdan insanlar halen kafasındaki sorun ve dert yumağıyla çıkıyorsa, o toplantıdan çıktığında halen kendini ‘yapayalnız’ hissediyorsa bilin ki orda Asr Süresi okunmamıştır!

İşte bunları yapan yeryüzünde yaşamanın anlamını kavrar. Korkularını yener, dertlerinin esiri olmaz. Zira kendi çağının, zamanının ve ortamının tanığı olmuştur ve bunlardan dolayı hesap verecektir!

Ve bitirelim.

Alimlerden bir zat “ne yaptımsa Asr sûresinin mânâsını kalbime indiremedim” diyor. Ta ki sıcak bir yaz günü çarşıda buz satan bir adamın söylediklerini duyup hâlini görünceye kadar. 

Adamcağız, erimeden evvel satmak istediği buzları eliyle göstererek şöyle nida ediyordu: 

“Sermayesi her an tükenmekte olan bu zavallıya yardım edecek kimse yok mu?”

O an irkildim” diyor! Dünya bir çarşı ise, sermayesi ömür. Güneş altında eriyen buzlar gibi geçen günler içinde ömrü verip bir şey almaya geldik buraya. Zaman geçiyor, sermaye tükeniyor ama elde avuçta bir şey yoksa bunun adı düpedüz hüsran değil midir?

Müebbet muhabbetle!

<