"Çalışan" mı, "Çalışamayan" mı?
Her yıl 10 Ocak’ta, “Çalışan Gazeteciler Günü”nü, bu yıl da ilgililerin şık mesajlarıyla kutladık.
Benim gazeteciliğe başladığım 1968’li yıllarda gazetecilik eğitimi veren okul sayısı çok sınırlıydı.
Bu branş, yıllar geçtikçe çoğaldı, iletişim uzmanlığı da oldu. Hemen hemen tüm üniversitelerde fakülteler açıldı.
Yüzbinleri aşan mezunlar verdiler. Bunların “şanslı” bir kısmı gazetelerde, bir kısmı PR şirketlerinde, çok küçük bir kısmı da resmi kurumlarda iş buldu...
***
Şimdi meslektaşlarım için kutsal sayılan “Çalışan Gazeteciler Günü”nü kim ya da kimler kutlayacak?
Günün adına göre, “Çalışan Gazeteciler”...
Çalışamayan ya da çalışma imkanı olmayan meslektaşlarımız “yas” mı tutacak?
Toplam 100 bine yakın çalışan gazeteci varmış... İncelediğimde, 15 bine yakın gazeteci de işsiz... Şu veya bu nedenle!
Bunu irdelemeyeceğim. Siyasi bir görüş ortaya koymayacağım. Ben bu kadar işsiz gazeteci olmasına rağmen, hala üniversitelerin ilgili fakülteleri mezun vermeye devam ediyor.
İşte sorguladığım bu... Önce işsiz gazetecileri iş sahibi yapalım, yetmezse yeni mezunlarla yeni gazetecileri mesleğe kazandıralım.
***
Basın Kanunu yıllar önce çıkarıldı.
26 Haziran 1952’de yürürlüğe giren 5953 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun” o tarihte bile basın iş kolunda çalışanlara birçok hak vermişti.
4 Ocak 1961’de yani darbe iktidarında yapılan 212 sayılı değişikliklerle, gazetecilerin hakları kısıtlanmamış, daha da genişletilmişti.
Ülkemizde basın iş kolundaki yasalar hala yürürlükte. Bazı ilavelere rağmen.
Ancak, işsiz gazeteci sayısı yeni mezunlarla “zirve” yapmaya devam ediyor.
Tabii, bunun önemli bir nedeni de, gazetelerin güç kaybetmesi, karpuz gibi bölünmesi.
Basın İlan Kurumu dışında neredeyse yazılı medyaya verilen “ilan” kalmadı.
O da belli kriterlere bağlı...
***
Daha önceki yazılarımda da bu konuyu dile getirmiştim. İşverenler, reklamlarıyla özellikle yazılı medyada yer almalı. ...Ve “kalıcı reklam” vererek, yazılı medyaya, dolayısıyla gazetecilere destek olmalı.
Devletimiz de, neredeyse bir elin parmakları kadar kalan yazılı medyayı desteklemeli, onların ayakta kalmasına ön ayak olmalı.
Nasıl mı?
Örneğin, “Kamu yararı derneklere yapılan yardımlar” vergiden düşürülüyor.
Bunun gibi bir yasayla, yazılı basına, tümünü kapsayacak şekilde verilen reklamlar da, vergiden düşürülebilmeli.
Böylece, binlerce dev üretici firmanın cirolarının binde biri yazılı basına “reklam”la dağıtılsa, ne işsiz gazeteci kalır, ne de kalitesiz yazılı medya...
***
Yazılı medyanın önemli bir tarafı da okuyuculardır...
Ülkemizde milyonlarca küçük, büyük işyeri var. Bu işyerlerine gazete alma zorunluluğu vergi kanunlarıyla getirilebilir. Böylece ülkemiz insanları yeniden “okuma” alışkanlığına kavuşur. İşyerleri de aldıkları gazeteleri masrafa işleyebilmeli.
Böylece, karpuz gibi bölünen yazılı medya kendisine çeki düzen vermek zorunda kalır.
***
Hiç unutmam!
Benim ilkokula gittiğim yıllarda Teksas, Tommiks okumak neredeyse yasaktı. Annemiz, babamız hatta öğretmenlerimiz kızardı. Biz de ders kitapları arasında çaktırmadan okurduk.
Ne kadar yanlış değil mi?
Bırakın çocuklar okusun, “okuma alışkınlığı” edinsin, bunu düşünen kimse yoktu.
İşte bu nedenle, okumayan, sadece izleyen, dinleyen, sosyal medya denen illette dolaşan bir halk topluluğu olduk.
Bu nedenle de, beynimiz yıkanmaya başladı.
***
Bu yazıdaki son satırlarım:
“Çalışan Gazeteciler Günü”nün adını, meslektaşlarımıza destek amacıyla, “Çalışamayan Gazeteciler Günü” olarak değiştirelim!