Çerçi, seyyah ve köşger
Çerçi, seyyar tuhafiyecidir. Eski devirlerde, yolların ve ulaşım araçlarının çok gelişmemiş olduğu yıllarda bir insan çantasına, omzuna attığı heybesine, ya da biraz zengin olanı hayvanının sırtına yüklerdi eşyayı. Yaya çerçi daha fakir, süvari çerçi biraz daha para kazanır durumdaydı.
Kuş uçmaz-kervan geçmez köylere giderlerdi. Aylar, haftalar süren meşakkatli yolculuklarında onları ümitle bekleyenler vardı. Çerçi gelse de şu eksiğimizi alsak derlerdi. Ne satardı çerçi? Derde devadan gayrı her şeyi satardı. Hatta derde devayı bile.
Kışın zorlu günlerinde ele geçmesi güç olan her şey çerçinin heybesinde olurdu. Kemik tarak, saç tokası, iğne, iplik, kanaviçe işlemek için delikli kumaş. Her renkten parça kumaşlar. Makas, bıçak, çakı, ayna, baş ağrısı için değişmez ilaç giripin hapı, tesbih çeşitleri, bir önceki köyden alınmış, takas edilmiş özel hububat, tohum ve benzeri akla gelen gelmeyen her şey çerçinin satışa sunduğu şeylerdi.
O insanlarla alış veriş sırasında şakalaşır, muhabbet eder, ama alış-verişini bitirdiğinde bir başka köy veya mahalleye gitmek için sabırsızlanırdı.
Çerçi insandı. Acıkır, susar, kazurat defetmek ihtiyacı duyardı. Issız yollar, sıkı ağaçlar arası onun kazurattan kurtulma yerleriydi. Acıktığı zaman ise her daim çıkınında bulunan çökelek ve ekmeği hazırdı.
Xxxx
Çerçi her yaşta olabilirdi ama genç olmak iyiydi. Yürüken daha az yorulur ve daha uzak aralarla dinlenirdi. Her köyde, her mahallede, kasabada sevdikleri, tanıdıkları, bildikleri vardı. Kanının ısındığı, korktuğu, çekindiği kişiler vardı. En çok da onun müşterileri hanımlardı. Gözlerinin önünden yüzlerce sima gelir-geçerdi. Sarı ırkın her tonunda simalar. Yuvarlak, dikdörtgen, oval yüzler, hele gözler ne kadar tatlı bakardı onlar. Bir talebi dile getirirken, onu en ucuza mal edebilmek için yalvarış dolu ışıltılı bakışlar. Renk renk gözler, beyaz, kumral, esmer, çilli, sarı benizler. İri, ufak, kısık, derin gözler. Kalın, ince, dolgun, zayıf, çizgi kadar ince dudaklar. Saçlar kınalanmış, o zamanlar boyamak bilinmiyordu. Çerçi kına da satıyordu elbette.
Çerçi insandı. Belki genç, belki orta yaşlı, ya da artık dizinde derman eksilmiş yaşlıydı. Ama insandı. Onun da gönlü vardı. Bir ırmak gibi akışkandı. Onun da gönlü birilerine kayardı. Ama bu bir an yaşanan ve sonra yola çıkıldığında unutulan bir gönül kaymasıydı.
Zorlu hayat onu her gün başka bir mahalle götürecek, o çantasındaki, heybesindeki malları satacak, kasabaya geldikçe eksilen malını tamamlayacak ve tekrar yola çıkacaktı. Durduğu an açtı.
Xxxx
Çerçi şarkıları tamamen Kürtçe’dir. Çerçi kelimesi Farsça’dır.
Çerçi hikeayeleri, çerçi romanları yazılmış mıdır bilmiyorum. Ama iyi bir alan. Çerçinin baş kişi olduğu romanlar yazılmalı. Çerçinin duygu dünyası, hayat şartları, evlisi-bekearı temel kişi olarak alınmalı. Onun yalnızlığı, çaresizliği, ya da onu evinde bekleyen aile fertlerinin duygu dünyaları, ya da çerçi bekleyen ama illa da o çerçiyi bekleyen tanınmaz bir köyde adı olmayan bir kadın. Zengin bir alan. Gerçekten de romancılarımız da ne yazık ki haber ajanslarının bilgilendirdiği, televizyon dizilerinin biçimlendirdiği hayatların içinde tükenip gidiyorlar.
Xxxx
Şimdi elimde bir çerçinin birinci kişi olduğu bir roman okuyor olsaydım. O günlerin vatan sahnelerini, hayat zorluklarını, duygularını, ihtiyaçlarını, karşılanış biçimini anlatan bir roman okuyor olsaydım şimdi.
Yolda soyulan, mallarına el konulan, hayvanına tecavüz edilen, hayvanı kesilip yenilen bir çerçiyi anlatan bir roman olsaydı şimdi elimde. Aşık olmuş bir çerçiyi anlatsaydı roman. Çerçiye aşık olmuş, yılda iki kere gelen çerçiyi bekleyen bir kadını anlatsaydı. Günaha girmeden yaşanan, uzaktan kumandalı aşklar okusaydım. Ne kadar mutlu olurdum kim bilir.