Ertan Yıldız

Ertan Yıldız

Çeri

İlk başta düzenli askerî birlikler yoktu. Tamamı atlı olan aşiret kuvvetleri haberdar edilerek önceden belirlenmiş noktalarda toplanıyor ve bu toplanmış kuvvetlerle sefere çıkılıyordu. Kale kuşatmalarında sadece atlı birliklerle kısa zamanda sonuç alınamadığı görülünce yaya ve atlı savaşa hazır ekipler oluşturulmasına karar verildi.

On kişilik gruplar, yüz kişilik gruplar ve bin kişilik yaya gruplar oluşturuldu. On kişiden sorumlu olana onbaşı, yüz kişiden sorumlu olana yüzbaşı, bin kişiden sorumlu olana binbaşı denildi. Topraklar büyüdükçe toprağı korumak ve yeni topraklar ele geçirmek için askere olan ihtiyaç ta artıyordu. 

Bu ihtiyacı karşılamak için İslam adına fethedilen topraklarda yaşayan on ile yirmi yaş arasında eli ayağı ve boyu posu düzgün olan erkek çocuklar esir ve köle olarak alınıyor, savaşçı ve yönetici olarak yetiştirilmek üzere geri bölgelere götürülüyordu. Bu çocuklar yetenekleri sayesinde zaman içinde devlet sisteminin önemli bir unsuru olacaklardı. 

Bu çocukları asker yapmanın ilk koşulu Türk-İslam kültürünü tanıtmak ve Türkçe öğretmekti. Ancak bazı çocuklar  kaçarak ait olduğu topraklara geri dönmek istiyordu. Bu çocukların bir kısmı, deniz yoluyla kaçamayacakları düşünülerek Anadolu kıyılarında tarımla uğraşan ailelerin yanına geçici olarak verildi. Bir kısmı da gemilerde angarya işlerde çalıştırıldı. Yetenekli olanlar zamanla üst görevlere yükseldiler. Öyle bir zaman geldi ki devletin en tepesini işgal edenler öz be öz Müslüman ve Türk olanlar değil, Müslüman ve Türklüğe devşirilen bu Hıristiyan orijinli çocuklardı. Kardeş katlinde olduğu gibi bu uygulama ile devletin sürekliliği esas alınmıştı. Osmanlı hanedanına rakip bir Türk hanedanının ortaya çıkması ve güçlenmesinin önü kesilmişti.

Yeni toprakların ele geçirilemediği dönemlerde ise mevcut topraklardaki Hristiyan uyruklu vatandaşların çocuklarından en güçlü, sağlıklı ve yeteneklisinin ellerinden alınması ve Türkçe bilen Müslümanlar yapılması uygulamasına geçildi. Bu sekiz ile yirmi yaş arasındaki acemi çocuklar yetişince Osmanlı kültürüne uygun olarak devşirilmiş oluyorlardı. Ayrıca çocuğunu devşirme olarak veren aileler belli başlı vergilerden muaf tutuluyorlardı. Devşirme sistemi devlet ile gayrimüslim Osmanlı vatandaşları arasındaki bağlılığı kuvvetlendiriyordu. Bu sistem sayesinde gayrimüslimler devleti kendilerinin devleti kabul ediyorlardı. Çünkü kendi çocukları devlet yönetiminde ve orduda görev yapıyorlardı. Uygulama Rumeli’den başlayarak Orta Avrupa’ya uzandı, ihtiyaç büyüdükçe Anadolu ve tüm Osmanlı topraklarını içine aldı. Daimi ordunun en önemli unsurlarından yeniçeri ocağının temeli de böylece oluşmuş oldu.  

Devşirme işinin en başında Yeniçeri ağası bulunurdu. Hangi bölgeden ne kadar çocuk devşirileceğine o karar verir, devşirme memurları onun emrine uyardı. Devşirme yapılacak yerde idari yetkililer ile o bölgenin papazları ve çocukların babaları hazır bulunur, herhangi bir suistimal olmaması için vaftiz defterlerindeki kayıtlara bakılarak karar verilirdi. Devşirme olarak alınan çocuğun köyü, ilçesi, ili, anne ve babasının adı, doğum tarihi, eşkali bir deftere yazılırdı. Bir aileden bir çocuk alınır, tek çocuğu olanlardan ise devşirme alınmazdı. Devşirilecek bir çocuğu gizleyen ya da devşirilmemesi gereken bir çocuğu devşirilecekler içine katanlar ağır şekilde cezalandırılırdı. Ticaretle meşgul olduklarından Yahudilerden devşirme alınmazdı. Ruslar, Acemler ve Çingeneler ise tercih edilmezdi. Buna mukabil asil ailelerin çocuğunun alınmasına dikkat edilirdi, iyi terbiye göremeyeceği gerekçesiyle anne ve babası ölmüş çocuklarla, şımarık olur düşüncesiyle köy sorumlusunun oğlu devşirilmezdi. Ayrıca Türkçe bilenler, çoban çocukları, kel, çok uzun ve kısa boylu olanların alınmaması kuraldı. Eskiden Hıristiyan olan Bosna Müslümanlarından ise padişaha yaptıkları yoğun müracaat sonucu devşirme alınmasına izin verilmişti. Devşirilen çocuklara genelde kırmızı giydirilirdi.

Çeşitli kasaba ve köylerden toplanan çocuklar sipahilerin görevlendirdiği sürücü denilen güvenilir adamlar nezaretinde sürü halinde İstanbul’a getiriliyordu. Devşirme çocuklar sağlık muayenesinden geçirildikten sonra sağ ellerinin şahadet parmaklarını kaldırarak kelime-i şahadet getirip Müslüman olurlardı. Çocuklar kayıtlarının tamamlanmasını müteakip sünnet edilirlerdi. Bunların bir kısmı saraya verilir, bir kısmı ise toplandıkları bölge dışındaki Türk köylülerine kullanılmaları ve eğitilmeleri için geçici surette satılırdı. Üç yıldan az sekiz yıldan çok olmamak üzere geri alınan çocuklar İstanbul ve Gelibolu’daki acemi ocaklarına katılırdı. Burada harçlık alan ve standart kıyafet giyen çocuklar ortalama sekiz yıl içinde yeniçeri ocağına veya diğer hizmetlere ayrılırlardı.

Yeniçeri demek bizzat padişahın hizmetinde olan yaya birlikleri demekti. Yeniçeri askerleri başlarına börk adı verilen beyaz bir keçe giyiyorlardı. Erler bu başlığı yan, subayları ise düz kullanıyorlardı. 

Yeniçeri ağası, yeniçeri ve acemi ocağının işlerinden sorumlu bulunmaktaydı. Ayrıca İstanbul'un asayişi ile de ilgileniyor, beraberinde bulunan bir heyetle devriye gezerek  asayişi temin ediyorlardı. Bu bakımdan sultanlar Ağaların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına itina göstermişlerdir. Yeniçeri ağası padişahın cuma namazına çıkışında maiyetindeki yeniçerilerle beraber selamlıkta bulunurlardı. Sefer sırasında da padişahın koruyucusu ve en iyi askerleri olmuşlardır. 

Yeniçeri ocağı on altıncı yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı ordusunun eğitimli, mükemmel bir yaya kuvveti iken, bu tarihten itibaren bozulmaya başlamıştır. Başlıca sebep zaman içerisinde devşirme kanununa aykırı olarak ocağa yabancı kişiler kaydedilmesidir. Böylece talimsiz, başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askeri oluşum, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını atayan veya görevden alan, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştır.

Yeniçeri ocağından başka, yeniçerilere ait ok, yay, kılıç, tüfek, kazma, kürek, barut, kurşun, zırh, tolga, harbi ve bunun gibi savaş aletlerini tedarik etmekle görevli cebeci adıyla anılan askeri kuruluşlar da vardı. Bunlar savaş zamanlarında silahları yeniçerilere dağıtır ve savaş sonunda toplayarak bozuk olanları tamir ederdi.

Kalelerin ve şehirlerin fethedilmesinde önemli rol oynayan topları dökmek, top mermisi imal etmek ve bu toplarla isabetli atışlar yapmak için teşkil edilen topçu askerler vardı. İlk zamanlarda kullanılan toplar, deve, katır ve beygirlerle götürülmesi mümkün küçük ve hafif toplardı. Topçuluk geliştikçe büyük toplar dökülmeye ve hayvan taşımacılığı yetersiz kalmaya başladı. Bunları tekerlekli arabalarla savaş alanına götürmeyi esas alan arabacı askerler görevlendirilmeye başlandı.

Bu askeri organizasyon Batı askerinin baskı ve gücünün ciddiliği karşısında bir dizi ağır mağlubiyete kadar sorgulanmamıştı. Ancak Kırım gibi bir İslam memleketinin Ruslara kaybedilmesi çözülme sürecinin başlangıcıydı. Bu çözülme sürecinde iktidarı belirleyen temel dinamik ise yeniçeriler, bürokrasi ve ulemadan oluşan geçici ittifaktı. Askeri alanda yapılan yenilikler Yeniçerilerin karşı çıkması yüzünden devamlılık kazanmıyordu. Yüz yirmi bin kişilik Osmanlı ordusu otuz bin kişilik Ruslar karşısında utandırıcı bir yenilgiye uğradı. Fransız İhtilali olmasa Türklerin Avrupa dışına atılması an meselesiydi. Mağlubiyetler ve sebepleri tartışılmalıydı. Askerlik sahasında ıslahat yapılmalıydı. Yenilik yapmak isteyen Sultan ve idareciler yeniçeri ve ulemanın birleşik  tepkisi sonucu bunu canıyla ödüyordu. Hanedanın gücünü ezen Yeniçerilerin gücüydü. Darbelerin icracısı olan Ocak 1826’da topa tutularak dağıtıldı. Kapatma, ölüm ve sürgünle bir dönem sona erdi. Sonuçta yeniçeri ocağı kanlı bir şehir savaşıyla öyle bir kaldırıldı ki, o zamana kadar Arapça kökenli asker kelimesi yerine kullanılan Türkçe çeri kelimesi bile tarihe gömüldü. 

<