İSKENDER ÖZSOY

İSKENDER ÖZSOY

ÜSTÜ KALSIN

Çok Sözü Olan Adam

Çok Sözü Olan Adam

Selanik’te, 15 Ocak 1902 tarihinde doğan “Şair Baba” 122 yaşında.

O bir dava adamı.

Davasına başını koymuş, davasının sonuna kadar götürmüş bir şair; hem dava şairi, hem sevda şairi.

Ama bilinen anlamıyla “sevda” şairi değil.

O başka sevdanın peşinde ömür tüketti.

Peki neydi onun sevdası, neye sevdalıydı o?

Bakın sevdası hakkında ne diyor “Şair Baba” Yatar Bursa Kalesi’nde şiirinde?

“Sevdalınız komünisttir / On yıldan beri hapistir / Yatar Bursa kalesinde.”

….

Kocaman yüreğinin her vuruşunda insanlık hallerinin hepsini taşıyan Nâzım Hikmet ölümüyle de 61 yıllık ömrünün tanıklarını emanet bıraktı bize.

Ama ne çare, o tanıklar da birer birer ölüyor.

İstedim ki o tanıkların anlattıklarını yeniden gündeme getireyim, hem onun tarihine hem de yazın tarihine belge olarak kalsın.

……

Romancı Yaşar Kemal Nâzım’la Paris’te buluşan, onunla bir ay geçiren bir tanık.

Anlattıklarına gelince:

“Ben Nazım’ı iyi tanıdım çok şükür. Öyle bir talihim oldu. Ben de şiir yazardım. Bir şiirimi Mehmet Ali Aybar vermiş. Çok sevmiş o şiiri. Nazım Hikmet müthiş yeteneği olan bir şair. Çok sözü olan bir adam. İyi yetişmiş. Dedesi Nazım Paşa bir Mevlevi. Farsça, Arapça biliyor ve sağlam bir Osmanlı şairi. Nazım’ı divan edebiyatı kültür olarak etkiliyor. Fransız edebiyatını, Osmanlı edebiyatını biliyor. Sovyetler Birliği’ne gittiğinde oradan da bir kültür alıyor. Şiirleri çok iyi şiirler ama bir dahinin şiirleri değil. Hapishaneye girince halk aşısı alıyor ve halk dilini öğreniyor. Karacaoğlan’la, Pir Sultan’la temasa geçiyor ve ilk defa bir şaheser çıkıyor ortaya: Şeyh Bedrettin Destanı. Türk halkının, kültürünün ve dilinin aşısını aldığı andan itibaren bir dahi olarak Nazım ortaya çıkıyor. Şeyh Bedrettin Destanı’nda halk şiirinden çok temalar vardır, sesler vardır. Nazım Türkçeyi en iyi kullanan, yazan şairdir bence. Nazım’ın genç ölümünün sebeplerinden biri yurdundan ayrı olmasıdır.” (1)

KIZ KARDEŞİ ANLATIYOR

Melda Kalyoncu, “şair”in baba bir kardeşi. Melda Hanım’ı geç tanıdım, ama aramızda sağlam bir dostluk oluşmuştu. Ondan ağabeyi Nâzım Hikmet’i çok dinledim.

Onu yakından tanıyan bir diğer isim de Melda Hanım’ın ilk eşi gazeteci Refik Erduran.

Şimdi onu bir de çok yakınında bulunmuş iki kişinin tanıklığından dinleyelim.

İşte kardeşinin dilinden Nâzım Hikmet:

“Ağabeyim ben doğduğum zaman buralardaydı. Sonra Moskova’ya gitti. Geldi, Piraye Hanım’la evlendi, ayrı eve çıktı. Arada sırada karşılaşıyorduk. Onlar Erenköy’de otururdu. Kırk yılda bir annem bizi Erenköy’e götürürdü. 1938’de bütün kış Nişantaşı’nda beraber oturduk. 12 yaşındaydım. Ağabeyim İpek Film Stüdyosunda çalışıyordu o zamanlar. Ağabeyimin şiir yazışını da hatırlıyorum. Eve giden gelen çoktu. Akrabalar, arkadaşları, tanıdıklar. O zamanlar Piraye Hanım’ın ilk evliliğinden olan çocukları Mehmet’le Suzan da aynı evde. Onların dedesi, halası ve yengesi de gelirdi. Nâzım, o kalabalığın arasında elinde kalem kâğıt, odayı arşınlayarak şiirini yazardı. Bir ara durur, yazdığı şiiri okurdu. Ağabeyim biraz çocuk gibiydi. Çabuk kanan, her zaman parlayan, ama hayat dolu duygusal bir insandı.”

ERDURAN: KİMSEYİ KISKANMAZDI

Nazım’ı 17 Haziran 1951 Pazar günü Romanya’ya kaçıran gazeteci ve yazar Refik Erduran da onu şöyle anlatıyor Gülerek kitabında:

“Sözcüğün en olumlu anlamıyla saf bir insandı. Tertemizdi. Kimseyi zerrece kıskandığını, kötülediğini, kin tuttuğunu, ego inadı sürdürdüğünü görmedim bir gün. Tersine, her yerde ışık ve güzellik arar, onları başkalarında bulduğunda da kendi yaşantısına yeni değerler katılışını görmenin sevinciyle coşardı. Dünyanın en sabırlı insanlarındandı.” (2)

…….

(1)İskender Özsoy, Bizim Gazete, 17 Haziran 2002

(2) Refik Erduran. Gülerek /Gençlik Anıları. Cem Yayınevi. İstanbul,1987.

<