M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

CORONA KÜLFET Mİ NİMET Mİ? (1)

Dünyaya, eşyaya, ekonomiye, siyasete, eğitime bakış açısını kapitale odaklı zihinsel ve kültürel kodlarla komple değiştirerek; medeniyet kisvesi adı altında tüketim delisi, bencil ve makinelere teslim insan modelini yaratmayı başaran muktedirlerin ontolojik bir felâket üreterek dünyayı “ilahı para olan” kapitalizmin ruhsuz hegemonyasının pençesine terkettiği bir süreci yaşıyoruz hep birlikte.

Dünyanın kıyamete sürüklenmesinin ateş fişeği olan bu hegamonyanın baş döndürücü değişiminin bir sonucu -bana göre bedeli olan- covid 19 denen koronavirüs dünyayı hızla dolaşmaya devam ediyor ve kanımca Ademoğlu yaşadığı gezegende yeni bir felsefe, yeni bir sosyoloji, yeni bir psikoloji, yeni bir siyaset ve yeni bir ontolojiyle “yepyeni bir yol” ayrımına girdi.

Biz”e gelmeden önce bu noktaya nasıl geldiğimize değinmek istiyorum ilkin.

Zira dünyada ve ülkemizde yaşanan sorunların tamamının temelinde “batı uygarlığının gücü putlaştırması gerçeği” yatıyor ama bu yakıcı gerçeği görecek, konuşacak, tartışacak çapta çok az insanımız var maalesef.

Önceki yazılarımın satır aralarında arz etmiştim;

Dünya, teknolojik gelişmelerle insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar birbiri ile yakınlaştı ve bu yakınlaşmanın bir sonucu olarak da artık bir ülkeyi etkileyen ekonomik, siyasi veya sağlıksal bir sorun tüm dünyayı etkisi altına alıyor.

Ancak bu hale nasıl geldiğimizi bilmek ve yaşadığımız çağı doğru okuyabilmek önemli.

Tarihsel serencama baktığımızda göreceğiz ki; batı uygarlığı, modernite adı altında geliştirdiği meydan okumayla üç asır gibi kısa bir zaman dilimi içinde ele geçirdiği ekonomik, teknolojik ve askerî güçle bütün medeniyetlerin kökünü kazıdı ve üretilen bu topyekûn saldırı, medeniyetlerin varlık nedenlerini de, temellerini de yerle bir ederek insanlığın geliştirdiği medeniyetleri tarihten sildi. 

Dünyanın bugün karşı karşıya kaldığı, içinden çıkamadığı, aksine kangrene dönüşen, karmaşıklaşan ve ağırlaşan en temel sorunu bu kanımca

Çünkü insanlık tarihi boyunca dünya hiç bu kadar tüketim kölesi olmamış, hiç bu kadar ruhunu yitirmemişti.

Dünyayı bu hale getirenlerin amacı bilgiye ulaşmak değil güce ulaşmaktı. Gücü ise bilgiye ulaşarak, bilim yaparak, tabiatın imkânlarını keşfederek elde ettiler. Dünyayı sömürgeleştirmeden önce tabiatı sömürgeleştirdiler, sonra da tabiatı köleleri hâline getirdiler. Güç, dolayısıyla güç üreten araçlar (bilim ve teknoloji) kutsandı ve amaç haline geldi. İnsan denen en önemli kutsal da bu süreçte gücün, dolayısıyla araçların, bu gücü ve araçları üreten bilim ve teknolojinin kölesi hâline geldi.

Asıl ürpertici nokta ise teknolojik kuşatmanın ötesinde, insanın düşünme melekelerini yitirmesi, hız, haz ve ayartı üzerinden duygularının kölesine dönüşmesi oldu. 

Çünkü bu sayede hakikat fikri yok oldu. İnsanlık izafileşmenin ve nihilizmin eşiğinde baş döndürücü bir hızla gelişen teknolojik aygıtların ve teknolojinin kölesi haline geldi. Bütün kültürel aidiyet biçimleri buharlaştı, aile yerinden edildi. Ruhsuz bir dünya içindeki insan ayartıcı, baştan çıkarıcı, hız ve hazla uyuşturucu güçlere teslim oldu. Bu teslimiyetle birlikte hakkın, hukukun, adaletin büsbütün hiçe sayıldığı, “özgürlükler, hukukun üstünlüğü, demokrasi” gibi batılıların işgallerini maskeleyici ayartıcı sloganlar eşliğinde hukukun ve adaletin yok edildiği bir zaman dilimi başladı.

Eğer kafanızı kuma gömmüş, salt kendi derdinize düşmüş, bugün dünyanın yaşadığı sorunu hem teorik hem de pratik olarak okuyabilecek bir derinliğe sahip değilseniz haçlı ruhunun hep diri olduğundan da bihabersiniz demektir. Zira zihniniz yaşadığınız çağı tanımlamaktan uzaklaşmıştır.

Ancak yaşananları, bir bütün olarak kavrayabilecek bir tarih felsefesi birikimine sahipseniz, yaşananların “bildiğimiz dünyanın sonu” anlamına geldiğini, dünyanın “belirsizlikler çağı”nın eşiğine sürüklendiğini,  geceli gündüzlü uğraşlarla geleceğin dünyasının kurulmaya çalışıldığını daha net olarak görebilirsiniz.

(Devamı yarın) 

<