Cumhuriyet
Mustafa Kemal Trakya-Paşaeli Derneğinin sorumlularıyla Anadolu’ya geçip milli mücadeleyi başlatmadan önce görüşmüştü. Dernek, Osmanlı Devletinin yok olmasını çok kuvvetli bir olasılık görüyordu. Osmanlı vatanının bölünmesi tehlikesi karşısında, Trakya’yı, olabilirse Batı Trakya ile birleşerek, bir bütün olarak İslam ve Türk topluluğu halinde kurtarmayı düşünüyorlardı. Fakat bu amacın elde edilmesi için o zaman akla gelen tek yol İngiltere’nin, bu olmazsa Fransa’nın yardımını sağlamaktı. Bu amaçla bazı yabancı devlet temsilcileri ile temas ve görüşmeler ayarlamışlardı. Hedefleri bir Trakya Cumhuriyeti kurmaktı. Milli mücadele başarıya ulaşmasaydı Müslüman Türk unsurlardan oluşan bir cumhuriyet kurulur muydu bilmiyoruz ama Nutuk’ta geçen ifadelerden Türkiye Cumhuriyeti öncesinde halk egemenliğine dayanan fikri bir altyapı olduğunu anlıyoruz.
Bu fikri altyapı sadece Türklere ait değildi. İstanbul’da Pontus adıyla yayına başlayan bir gazete Trabzon merkezli bir Rum Cumhuriyetini desteklemek için yayın hayatına atılmıştı. Başka bir alternatif olarak da Karadeniz ve Doğu Trakya’yı kapsayan İstanbul merkezli bir Rum Cumhuriyeti de dile getiriliyor, böyle bir oluşum bazı Yunan siyasetçilerin hayallerini süslüyordu.
Mustafa Kemal de Cumhuriyet fikrinin en önemli temsilcisi olmasına rağmen pragmatik davranıyordu. Başarı için pratik ve güvenilir yolun her evreyi vakti geldikçe, uygulamak olduğunu düşünüyordu. Ona göre ulusun gelişmesi ve yükselmesi için hayırlı sonuca götürecek yol böyleydi. O da öyle yaptı. Ancak bu pratik ve güvenilir başarı yolu, yakın çalışma arkadaşı olarak tanınmış kişilerden bazılarıyla arasında, zaman zaman teori ve pratikte bazı anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve hatta ayrılmaların da sebebi oldu. Kurtuluş Savaşına birlikte başlayan yolculardan bazıları, Cumhuriyete uzanan gelişmelerde, kendi duygu ve düşüncelerinin sınırı aşılınca Mustafa Kemal’e direnmeye ve karşı çıkmaya başladılar. Mustafa Kemal ise ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiği büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanında taşıyarak yavaş yavaş, sırası geldikçe bütün topluma uygulamak zorunda kaldı.
Gerçekten de Cumhuriyet, Osmanlı bürokrasisinde öylesine kötü bir algıydı ki Mustafa Kemal’i karalamak isteyenler zihinlerindeki tüm kötü düşünceleri söyledikten sonra “Cumhuriyet yapacaklarmış, Cumhuriyet!” diyerek olumsuz algılarına zirve yaptırıyorlardı. Kimileri ise Vahdettin’in arzularına hizmet etmek için Osmanlı bürokrasisinde Harbiye Nazırı olmak üzere girişimlerde bulunmuş Mustafa Kemal'in Cumhuriyete yönelişine bir anlam veremiyordu.
Milletin, güçlü, mutlu ve istikrar içinde yaşayabilmesi için, devletin tümüyle ulusal bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, örgütlenme ile tam uyum içinde olması gerektiğini söylüyordu Mustafa Kemal.. Onun milli siyaseti; ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı korumak, millet ve memleketin gerçek mutluluk ve kalkınmasına çalışmak, gelişigüzel uzun emeller ardında milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak, medeni dünyadan, uygarca ve insanca davranışlar ve karşılıklı dostluk beklemekti.
Kokuşmuş eski düzen mi? Yoksa taze ve yeni bir düzen mi? Osmanlı saltanatının ve halifeliğin çökmüş ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayalı, yeni bir devlet kurmaya karar vermişti. Ama durumu olduğu gibi söylemek, amacın tamamen yitirilmesine yol açabilirdi.
Mustafa Kemal bu amaçları gerçekleştirecek temel prensipleri şu şekilde ortaya koyuyordu:
1) Hükûmet kurmak zorunludur.
2) Geçici olarak bir hükümet başkanı tanımak ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun görülemez.
3) Mecliste yoğun olarak belirmiş olan millî iradeyi, ulusun kaderine doğrudan doğruya el koymuş olarak tanımak temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde bir güç yoktur.
4) Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.
Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükûmet işlerine bakacaktı. Meclis başkanı da, bu kurulun başkanı olacaktı. Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtarıldığı zaman, Meclisin koyacağı yasal kurallar uyarınca durumunu alacak diyerekte yapacağı işlemlerde saltanat ve hilafet yanlılarına karşı esnek bir giriş sağlıyordu. Aslında bu ilkelere dayalı bulunan bir hükümetin niteliği, kolayca anlaşılıyordu; ulusal egemenlik temeline dayalı halk hükümeti yani Cumhuriyet.
Hükümetin kurulması ve anayasanın ilanından sonra bizzat Erzurum ve Sivas kongrelerine destek vermiş bazı yerel önderler halifeliğin ve padişahlığın haklarını korumak, memleket ve İslam dünyasının bugünü ve geleceği için büyük uyuşmazlıklara ve sakıncalara yol açacağı düşünülen Cumhuriyetten kesin olarak sakınmak gerektiğini ifade etmişlerdir. Ancak, Mustafa Kemal'in aldığı ivedi tedbirlerle sorun aşılmıştır. Mustafa Kemal ilgili kişilere yapılan işlerin Cumhuriyetle alakası olmadığını, bunun bir kuruntu olduğunu ifade etmiştir.
Mustafa Kemal, 29 Ekim’de Cumhuriyet ilanına karar vermek için arkadaşlarıyla görüşüp tartışmaya hiç gerek görmedi. Ancak, bazı eski silah ve dava arkadaşları kendilerine haber verilmeden, düşünce ve onayları alınmadan, cumhuriyetin ilan edilmiş olmasını gücenme ve kırılma nedeni saydılar. En kararlısı ve yakını İsmet Paşa’ydı. Onunla bir kanun tasarısı taslağı hazırlayarak 20 Ocak 1921 tarihli Anayasanın devletin biçimini saptayan maddelerini değiştirdiler: Birinci maddenin sonuna "Türkiye Devletinin yönetim biçimi Cumhuriyettir" cümlesini eklediler. Üçüncü madde "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir. Meclis, hükümetin içerdiği yönetim kollarını Bakanlar aracılığı ile yönetir." şeklinde oldu.
Mustafa Kemal Cumhuriyeti ilan ettiğinde ve sonrasında da pragmatik davranmaya devam etti. Onun çağdaşlık anlayışına uymayan bazı metinler mevzuatta yerini korudu. Ona göre Cumhuriyet yönetiminin çağdaş niteliğiyle bağdaşmayan terimler, devrim ve Cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği ödünlerdi. Cahillerin ve gericilerin, bütün milleti yanıltma olasılığına yol vermedi. Çünkü, sorunların, elverişli zaman gelince çözümlenebileceğine ve milletin sonuçtan mutluluk duyacağına kesinlikle inanıyordu. Zamanı geldi halifelik, zamanı geldi Dinişleri Bakanlığı, zamanı geldi tekke ve zaviyeler kaldırıldı.
Mustafa Kemal kendi kurduğu ve ilkelerini tayin ettiği Halk Partisine daha sonra Cumhuriyet kelimesini de ekleyerek kavrama verdiği önemi ortaya koymuştur. Atatürk, Milletinin Cumhuriyetle daha mutlu olacağına inanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti de çağdaş dünyadaki yerini akıl ve bilime inanan güzel insanlarının yapacaklarıyla Atasına kanıtlayacaktır.