CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

DE FACTO

Otobüs durağına gittiğimde gözlerime inanamadım. Oturma yerinin yerinde  yeller esiyordu. Oturak yerinde yoktu!

Dikkatle durağa baktım. Yok, durağın asli unsurları yerli yerinde. Hatta durağın reklam panosundaki kız bile gülümsüyor. 

Şaşkınlığımı  bazı şaşkınların dediği gibi  “ burası Türkiye, olur böyle şeyler “  demeyi nefsime yetiremeyip konuyu  araştırmaya karar verdim.

Dikkatli  takipçilerim hatırlayacaklardır;  daha önce bu köşede “ çanta “ başlıklı bir yazı yazmış, sarı sakallı bir durak tilkisinin  durakta bıraktığım çantamı karıştırmakta olduğunu görünce tilkiye ; 

-Ne o delikanlı , çantamda bir şey mi kaybettin, diye sormuştum. Kurnaz tilki  mantıklı bir cevap verememişti: Duraktaki çantayı çöp (!) zannetmişti .

Bu hırsız tilkiyi bir kaç kere daha  durak çevresini tararken  görmüş, gözlerimi üzerinden ayırmamıştım...

Günler günleri, geceler geceleri kovaladı.  Günlerden bir gün daha Üsküdar’a gitmekliğim icap etti. Durağa gidince  durağın  de facto ‘sunu  görünce aklım başımdan gitti. 

Çeşitli ihtimalleri değerlendirirken gözlerimin önüne ilk zanlı olarak  durak tilkisi geldi. Ancak  herifin kılık kıyafeti düzgündü. O olamazdı. Yeleği ceketi ve temiz saç- sakalı, ufacık gözleriyle onu  hurda peşinde  dolaşan  üç tekerlekli esnaf kategorisine  koyamadım. 

Herifin görüntüsü olağan zanlılar listesinden uçup gidince başka ihtimaller üzerinde durmaya başladım.

Bu ihtimalleri gözden geçirirken ,  çoktandır kendisiyle konuşmak için bahane aradığım de facto  torbalı adamı  gördüm. Her zamanki gibi sokakta bir bankın üzerinde  bekliyordu. Saçı sakalına karışmış, göz altları torbalaşmıştı. Kısa kol fanilayla elinde torba,  omuzuna kara bir çanta ile gene aynı yerdeydi. 

De Facto  mağaza mühürlü  bez torbasında kola şişesi ile  geceleyin üzerine çektiği adi ucuz bir  battaniyenin ucu  durumunu ortaya koyuyordu. 

Durumu  açıkça de Facto  olan bu   adamın  çantasında bir miktar para, banka cüzdanı, belki de bir kredi kartı  olabilirdi. Çünkü, parasız yaşanmaz !..

Gündüzleri Karacaahmet’in duvarları önünde sıralanan belediye banklarının üzerinde  oturuyor, geceleri de ara sokaklarda bir yerde yaşıyordu.  

Eski bir memur olma ihtimali yüksek bir hava veriyordu. Tedirgindi;  tanıdık biri tarafından görülmek istemiyordu.   

Düşmez kalkmaz bir Allah. Ne oldum deme ne olacağım demeli insan, anlamlı sözü aklımdan geçer  böylelerini görünce.

Mahalleden arkadaşım emekli öğretmen Murat , böylelerini görünce; 

- Bir bok yemiştir sokağa düşmeden önce , görüşüne hiç bir zaman  katılmadım.

Bir kere bu adam yerden çıkasıya. Bir ailesi, anası, babası, karısı çocukları olmuştu. 

Neydi bu adamı sokağa düşüren, stresten  daima  kola içiren ? Stresten  göbeği dizlerinin üzerinden aşağıya taşıyordu.

Ben de her nedense  hep onu kola içerken , tavuk döner yerken yakalıyordum. Gene kola şişesini kafasına dikip indirince, selam verip gözlerine baktım. Gözlerinden zor bir hayat yaşadığı okunuyordu;

-Durağı çalmışlar, dedim. Kendini toparlayıp durağa baktı. 

- Yok, oturma yerini, çalmışlar, dedim. Adam gayri ihtiyari çantasına sarıldı;

-153'ü ara, dedi.  

Zaten aramıştım. 

Zorlu  bir  yarım saatte  zorla  153’e ulaşmış, hırsızlığı  ihbar etmiştim. 153  ilgilisinin  beğeni anketine cevap olarak;

-Size zor durumda olan  birinin ulaşması mucize, demiştim.

Her şey ortadaydı. Adamın kanun nazarında   De Jure' lik bir durum yoktu...

<