DE FACTO
Otobüs durağına gittiğimde gözlerime inanamadım. Oturma yerinin yerinde yeller esiyordu. Oturak yerinde yoktu!
Dikkatle durağa baktım. Yok, durağın asli unsurları yerli yerinde. Hatta durağın reklam panosundaki kız bile gülümsüyor.
Şaşkınlığımı bazı şaşkınların dediği gibi “ burası Türkiye, olur böyle şeyler “ demeyi nefsime yetiremeyip konuyu araştırmaya karar verdim.
Dikkatli takipçilerim hatırlayacaklardır; daha önce bu köşede “ çanta “ başlıklı bir yazı yazmış, sarı sakallı bir durak tilkisinin durakta bıraktığım çantamı karıştırmakta olduğunu görünce tilkiye ;
-Ne o delikanlı , çantamda bir şey mi kaybettin, diye sormuştum. Kurnaz tilki mantıklı bir cevap verememişti: Duraktaki çantayı çöp (!) zannetmişti .
Bu hırsız tilkiyi bir kaç kere daha durak çevresini tararken görmüş, gözlerimi üzerinden ayırmamıştım...
Günler günleri, geceler geceleri kovaladı. Günlerden bir gün daha Üsküdar’a gitmekliğim icap etti. Durağa gidince durağın de facto ‘sunu görünce aklım başımdan gitti.
Çeşitli ihtimalleri değerlendirirken gözlerimin önüne ilk zanlı olarak durak tilkisi geldi. Ancak herifin kılık kıyafeti düzgündü. O olamazdı. Yeleği ceketi ve temiz saç- sakalı, ufacık gözleriyle onu hurda peşinde dolaşan üç tekerlekli esnaf kategorisine koyamadım.
Herifin görüntüsü olağan zanlılar listesinden uçup gidince başka ihtimaller üzerinde durmaya başladım.
Bu ihtimalleri gözden geçirirken , çoktandır kendisiyle konuşmak için bahane aradığım de facto torbalı adamı gördüm. Her zamanki gibi sokakta bir bankın üzerinde bekliyordu. Saçı sakalına karışmış, göz altları torbalaşmıştı. Kısa kol fanilayla elinde torba, omuzuna kara bir çanta ile gene aynı yerdeydi.
De Facto mağaza mühürlü bez torbasında kola şişesi ile geceleyin üzerine çektiği adi ucuz bir battaniyenin ucu durumunu ortaya koyuyordu.
Durumu açıkça de Facto olan bu adamın çantasında bir miktar para, banka cüzdanı, belki de bir kredi kartı olabilirdi. Çünkü, parasız yaşanmaz !..
Gündüzleri Karacaahmet’in duvarları önünde sıralanan belediye banklarının üzerinde oturuyor, geceleri de ara sokaklarda bir yerde yaşıyordu.
Eski bir memur olma ihtimali yüksek bir hava veriyordu. Tedirgindi; tanıdık biri tarafından görülmek istemiyordu.
Düşmez kalkmaz bir Allah. Ne oldum deme ne olacağım demeli insan, anlamlı sözü aklımdan geçer böylelerini görünce.
Mahalleden arkadaşım emekli öğretmen Murat , böylelerini görünce;
- Bir bok yemiştir sokağa düşmeden önce , görüşüne hiç bir zaman katılmadım.
Bir kere bu adam yerden çıkasıya. Bir ailesi, anası, babası, karısı çocukları olmuştu.
Neydi bu adamı sokağa düşüren, stresten daima kola içiren ? Stresten göbeği dizlerinin üzerinden aşağıya taşıyordu.
Ben de her nedense hep onu kola içerken , tavuk döner yerken yakalıyordum. Gene kola şişesini kafasına dikip indirince, selam verip gözlerine baktım. Gözlerinden zor bir hayat yaşadığı okunuyordu;
-Durağı çalmışlar, dedim. Kendini toparlayıp durağa baktı.
- Yok, oturma yerini, çalmışlar, dedim. Adam gayri ihtiyari çantasına sarıldı;
-153'ü ara, dedi.
Zaten aramıştım.
Zorlu bir yarım saatte zorla 153’e ulaşmış, hırsızlığı ihbar etmiştim. 153 ilgilisinin beğeni anketine cevap olarak;
-Size zor durumda olan birinin ulaşması mucize, demiştim.
Her şey ortadaydı. Adamın kanun nazarında De Jure' lik bir durum yoktu...