M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

DEĞERLER MATEMATİĞİ (2)

Ama bizler zihinleri iğfal eden bu tehlikenin farkına varmaksızın ekonomiden siyasete, tarihten edebiyata, kültürden sanata, dini meselelerden ahlaki değerlere kadar birçok konuda hazır kalıp sözler, bir türlü eskitemediğimiz klişelerle konuşuyor ve yazışıyoruz. Söz aynı seviyeden, aynı sığlıktan karşılık bulduğu için konuşup tartıştığımız meselelerde belli bir noktaya geliyor ya da gelmiyor oluşumuzun bir anlamı ve önemi olmuyor. Çünkü biz aslında zaten o meseleleri konuşmuş ya da tartışmış olmuyoruz. Asıl gayemiz konuşup tartışmak olmadığı için de ortaya gönüllere su serpen bir çözüm çıkmıyor ve kullandığımız klişeler söz sahibi olma ihtirasıyla yanıp tutuştuğumuz meselelerle ilgili aslında hiçbir şey söylemiyor. 

Peki çözüm ne derseniz?

Öncelikle bu makus gidişatı değiştirebilmek için anmaya çalıştığım insanlık tutulmalarını, bu körleştirici meşguliyetleri, bu çürütücü alışkanlıkları aşıp insanlığımızı tekâmül ettirebilmemiz gerekiyor. 

Değerlerin sakız gibi çiğnenen söz kalıplarından, boş iddialardan, ucuz tekerlemelerden ibaret kaldığı ve insanları olgunlaştırmaktan, zenginleştirmekten, derinleştirmekten uzaklaştığı bir ortamda kurduğumuz hiçbir cümlenin eylemimizle birleşmediği sürece uzun ömürlü olma ihtimali yok. Üzerimize serpilen ölüm uykusundan bir an evvel uyanarak gözlerimizi açıp muhasebemizi yapabilmeli, hiç durmadan tekrarladığımız değerlerin hayatımıza bir olgunluk, bir nezaket, bir seviye, bir güzellik katamadığını artık görebilmeliyiz.

Madem ki yaşamın tüm mecralarında ne vaziyet arz ettiğimiz, nasıl bir gerilim ve çatışma içinde olduğumuz, iddiası içinde olduğumuz manevi dinamiklerimizden ne kadar uzaklaştığımız ortada geçmişte asırlar boyunca bize asude ve nezih hayatlar bağışlayan bu dinamiklerimizden neden bu kadar ayrı düştüğümüzü daha fazla gecikmeden sorgulamak zorundayız.

Her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranmak ve bizi biz kılan değerleri laf ebeliğine, anlamsız tekerlemelere, klişe teorilere, gürültülü iddialara indirgeyerek durumu daha fazla idare etme şansımız olmadığını bir an evvel görmek; sözlerimizi özüyle buluşturmak, değerlerimizi hakkıyla yaşamak, kaybetmekte olduğumuz insanı, insanlığı arayıp bulmak ve hatta sabırla, dirayetle, adanmışlıkla tüm bunları yeniden inşa etmek durumundayız.

Kusurlarımızı bilmek, kendimizle yüzleşmek, ahlâkı toplum hayatında, ilişkilerde, davranışlarımızda en berrak haliyle yeniden yaşar hale getirmek, ‘kâl’i ‘hâl’e taşımak, alçakgönüllü çabalarla iddialarımızın içini doldurmaya çalışmak ve zenginliklerimizden gönül enginlikleri çıkarmak üzerinde tepindiğimiz manevi mirasa olan borcumuzdur. 

Aksi halde içine girdiğimiz delice döngüye kanarak uyuşacak; büyümüş, kalkınmış, refaha kavuşmuş ama bütün bu maddi ilerlemelere rağmen içinden çürüyen, yoz, hakkaniyetsiz, adaletsiz, incelik ve zarafetten yoksun ileri batı toplumları gibi asılsız, kaba ve neredeyse imitasyon bir toplum olma yolunda hızla ilerleyeceğiz.

Ayrıca farkına varmalıyız ki bizim dünya imtihanımızın konusu, başkalarının yapıp ettikleri olmayacak; bizzat bizim neyi yaşıyor olduğumuzdan, yaşadığımız çağa ne kattığımızdan, bize sunulan ömür vadesi içinde dünyayı cennete çevirmek için ne kadar mücadele ettiğimizden imtihan edileceğiz. 

Bu yüzden de başkaları hakkındaki fikirlerimizi, yargılarımızı, tenkitlerimizi ve hatta hayal kırıklıklarımızı söze dökerken, söyleyeceklerimizi onların hak ettiği kelimeler arasından değil; kendimize yakıştırabildiğimiz, içimize sindirebildiğimiz ve hesabını verebileceğimiz kelimelerden seçmekle mükellefiz. Bunu, sadece başkalarının hukukunu korumakla ilgili hassasiyetimizin gereği olarak göremeyiz; bu aynı zamanda hakikati hayatıyla tasdik edenlerden olmak için verdiğimiz sözün de bir gereğidir. 

Biz hem hakikati hem de onun bir cüzü mesabesindeki kendi hakikatimizi incitmeyecek bir ahval üzere yaşamak ve kelimelerimizi buna uygun bir lisandan seçmek, yani bize yakışanı bulmak mecburiyetindeyiz. Elbette ki nasibimizce, çabamızca ve takatimizin yettiğince.

Dilimizden dökülen her kelimenin, beyan ettiğimiz her ifadenin, serdettiğimiz her fikrin taşıdığımız hissiyata yakışıp yakışmadığına dair bir kanaatimizin olması, bunu bir mesele olarak düşünmemiz ve bunun hayatî bir ihtiyaç olduğunun idrakinde bir yaşam sürmemiz lazım. Çünkü; dilimizden kontrolsüzce çıkarak alemin silinmez hafızasına kaydolan bütün bu kelime ve ifadeler; her yapılanın ayan hale geleceği ve muhakeme edileceği o çetin mahşerî buluşmada hayatımıza, insanlığımıza, kulluğumuza dair şahitlik etmek üzere orada hazır bulunacak.

Farkında olabilme temennisiyle. 

(Bitti)

<