M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

DERDİNDEN KAÇANIN DERMANI OLUR MU? (2)

Şikayetçi miyiz derseniz ona da cevabım hayır, zira her gün daha olgun bir kişilik, daha merhametli bir kalp ve daha müdrik bir zihin sahibi olabilmek için çabamız da; böyle bir gayretimizi doğrulayacak hiçbir delil de yok çoğumuzun elinde. 

Çünkü hayatı hazlandıralım veya hızlandıralım derken yaşamın asıl mecralarından koptuk; kendimize ve birbirimize ayıracağımız vakitten de olduk. 

Daha iyi hayat standartları, daha konforlu mekanlar, daha iyi yemekler, daha fazla imkân, daha fazla para, daha fazla medya, daha fazla şu, daha fazla bu. 

Var mı odak noktamızda başka bir şey sizce?

Etrafınızdaki kırk yaş ve üstü insanlarla sohbet edin. 

Her birinin renklerin azaldığına, tonların kaybolup gittiğine, insanın makinelerin kölesi olduğuna, duyguların klişeleştiğine, söz kalıplarının inceliklerin, güzellik ve derinliklerin üstünü örttüğüne dair bitmez tükenmez şikayetlerini duyacaksınız. 

Haklılar mı derseniz, bence sonuna kadar evet!

Zira iç yangınlarımız, kalp titreşimlerimiz, eşref saatlerimiz, efkâr vakitlerimiz ve yaşamı yaşam kılan ne varsa hayatımızda zamanın şuur giderici eczalarıyla kökünden kurutuldu ve hayat dediğimiz tek perdelik sahne, iç bayıcı fotoğraflarımıza fon teşkil etmekten başka bir işimize yaramaz oldu artık. 

Birbirimize bakınca hayatın kendisini değil; vitrinleri, markaları, trendleri, modelleri, imajları, emojileri görür haldeyiz. Birbirimizle kelimelerle değil; harflerle, rakamlarla, işaretlerle konuşuyoruz artık. 

Hayatın ritmi değil ilgimizi çeken, cihazlarımızın internete bağlanma hızı. 

Biri bize gerçekten bir şey anlatmaya çalıştığında anında sıkılıyoruz. Çünkü anlamamanın, derinliğine kavramamanın, künhüne varmaya çalışmamanın verdiği aptalca konfora meftun olduk. 

Hayata, insana, duygulara ya da fikirlere değil; bize hiçbir şey kazandırmayan ama hiçbir maliyet de çıkarmayan tuşlara dokunmanın hazzı nefsimizi okşuyor. Bu durgunlukla, içi boş cümlelerle, ifadesiz yüzlerle, birbirine dokunmadan yaşamaya imkân veren hayatlarla yaşamayı seviyoruz. 

Kim bilir, belki sevmesek de güvenli buluyoruz. 

Evet, güvenli buluyoruz zira korkuyoruz!

Çünkü kötülük kanser gibi yayılıyor. 

Çünkü kötülerin kötülük yapmakta gösterdikleri iştiyakı, iyiler iyilik yapmak için yeterince gösteremiyor. 

Çünkü güzelliği yaşatmak için gösterdiğimiz gayret, arzu ve ısrar çirkinliği geriletecek kadar güçlü halde değil. 

Çünkü koşulsuz sevgiyi, katıksız merhameti, amasız adalet ve hakkaniyeti temel önceliği, vazgeçilmezi, olmazsa olmazı sayanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. 

Çünkü insanlığının iyi kötü farkında olanlar, kaybettikleri her savaşı insanlıklarını yeterince tahkim edememiş oldukları için kaybediyor. 

Çünkü bizler üzerinde tepindiğimiz manevi mirasa dört elle sarılamadık ve bunlara yeterince sağlam tutunamadığımız için de ayağımızı bastığımız zemin çatırdıyor. 

Çünkü bulunduğumuz yeri insanlığımızla yeterince aydınlatamadık ve dünyayı bir uçtan bir uca karanlıklar ele geçiriyor.

İşte bu nedenlerle olsa gerek fikrimizin dahi olmadığı hemen her konuya sadece dokunuyor, zihin çatalımızın ucuyla eşeliyor, ucundan dişliyor ve nihayet mundar edip geçiyoruz.

(Devam edecek)

<