DİPLOMATİK NEZAKETLE DERS VERMEK..
Türkiye il il, ilçe ilçe, köy köy, özetle tek yürek halinde, 10 Kasım günü saat 9’u 5 geçe, Atatürk için saygı duruşundaydı.
Milletçe Atatürk’ün tükenmezliği, milli varlığımız üzerine, bir kez daha işlendi. Cumhuriyetin Atatürk’ü milletine 1926 yılında şu sözü vermişti:
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.
Türk milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeğe devam edecektir.”
Atatürk’ün tarih sahnesine çıktığı günlerde, o’ndaki kudretin ne olduğunu, okul öğretmenlerimden öğrenir ve “müthiş savaşçı” diye canlandırırdım. Bütün anlamıyla bir cesaret örneği olarak algılardın.
Cumhuriyet’in 10”ncu yılında, dünyaya gözlerimi açtığımda kutlama marşlarının önemini beş yaşına gelince kavrayabilecektim. Ancak, içime benliğime, duygularıma kıvanç verecek bu marşların melodilerinin beni büyük bir yasla başbaşa bırakabileceğini hiç düşünmemiştim.
Ta ki, 1938 yılının 10 Kasım günü, sabahın ilk ışıklarıyla karalara bürünen yöre halkının haykırışlarını duyuncaya kadar..
Bu sahne, hiçbir vakit gözümden kaymadı.
Yıllar birbirini takip etti. Büyük Ata’ya karşı duyduğum minnettarlık ise içimde bir çığ gibi büyüyordu. Gerçek bir sezgi, yeni yapılan Anıtkabir’e karşı duygularımı kabartıyordu.
Sonuçta, lise tahsilimi yaparken yıl 1952 tarihini gösteriyordu.
Beklenen açıklama millete duyurulmuştu.
Anıtkabir tamamlanmış ve ilkbahar mevsiminde Ata’nın naaşının, ebedî istirahatkâhına nakledileceği açıklanmıştı.
Önceleri, okul yönetiminin kararıyla seçkin bir talebe kafilesinin Ankara’daki törene katılmasını umut ederek bekledim. Hiçbir ses çıkmadı. Kafama uyan bir sınıf arkadaşımı ikna ederek birlikte törene katılmayı planladık. Ancak, tren yolculuğu ve Ankara’da bir gecelik konaklama masrafları sorun oluyordu. Ailemizin Cumhuriyetin değerleriyle yüklü bulunması sonucu, bu fırsatı temin ettim. Kısıtlı bir harçlıkla Ankara yolculuğunu arkadaşımla başlattık.
Tarihi Ulus meydanında muhteşem kalabalığın arasında ezilmek tehlikesi geçirebileceğimi düşünmeden Anıtkabir’e kadar gidebilmenin mutlu gençlerinden biri olmuştum.
Milli hakimiyeti ve millet iradesinin üstünlüğünü düşüncelerimize yerleştiren Atatürk’ün bu ebediyete göçünde, Anıtkabir yollarında benimde tarihi ayak izlerim olmuştu.
Her 10 Kasım geldiğinde, Anıtkabir’e çocukluk gözyaşlarını bırakan ve minnettarlık duygularını daha o günlerden sahiplenen bir vatan evladı olduğumu hatırlarım..
****
Bundan önceki yazımda, tutarsız beyanlara muhatap olan dünya liderlerinin karakterlerini yoklamış ve “Diplomasi mantığı çöküyor mu?” diye analiz yapmıştım.
Hatırlatalım ki, diplomaside nezaket ve zeka ürünü kıvrak üslup çok önemlidir. Uluslararası ziyaret ve görüşmelerde tavır ve jestlere göre kelimeler seçilir.
Atatürk’ü Dolmabahçe’de ziyaret eden Yugoslav Kralı Aleksandar ile aralarında şöyle bir konuşma geçer. Kral: “ Biz Türkleri çok severiz. Vaktiyle Lloyd George, Batı Anadolu’yu Yunanistan’a teklif etmeden önce bize söz vermişti. Fakat Türklere sevgimizden ötürü Anadolu’ya çıkıp istila etmeyi düşünmedik.”
Atatürk, kralın bu densiz sözüne sert bir cevap yerine, diplomasinin nezaketi içinde, zekice bir tutum benimsemiştir:
“Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra, büyük geçmiş olsun derim!”
Yani, bu nazik ifadenin altında büyük bir anlam gizliydi. Gelseydiniz boyunuzun ölçüsünü alırdınız ima edilmişti.
Bu görüşmede, diplomatik seviye üstünlüğü kurulmuştur.