" DOĞRU SÖYLE GÖÇMEN KIZI "
Sevgili dostlar, Türklerin 1354 yılında Rumeli’ye geçişleriyle birlikte 600 yıl süreyle hükümranlığını Dünya’ya kabul ettirecek olan bir Cihan İmparatorluğu’nun ilk adımları atılmış oluyordu.
1361 yılında Edirne’nin fethiyle başlayan süreç, ardından Balkanlar’da ve Avrupa’da önemli bir basamak teşkil eden Vidin’in 1396 da fethedilmesinin önünü açarak; 1521de Belgrad, 1541 de Budin, 1543 de Estergon ve 1566 da Zigetvar zaferleriyle Avrupa Haritasının nasıl değişeceğini gösteriyordu.
Uzun yıllar içinde her biri ayrı bir kahramanlık ve kendine has hikayeleri olan bu tarihi süreçte neler yaşandığını bu günün şartlarıyla anlayabilmek pek kolay olmadığı gibi, burada birkaç satırla anlatmak da mümkün değil. Ne var ki tarihin içinde yaşanmış gerçek olayları da görmezden gelemeyiz.
1699 yılında başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemi emperyalist devletlerin iştahını görülmemiş bir şekilde kabartırken, sonuçları itibariyle bugün bile etkileri en derinden hissedilen olayların cereyan ettiği 1877 – 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında ( Rumi 1293- 93 Harbi ) olayların merkezinde yer alan başta Plevne ve Vidin olmak üzere Tuna boyları tarihin en hazin olaylarına sahne olmuşlardı.
Görmezden gelemeyeceğimiz; imparatorluklar tarihinin sayfalarında altın harflerle yerini alan bu zaferleri hazırlayan yürüyüşlerin ilk adımlarının atıldığı Vidin, Plevne, Rusçuk fethedildiklerinde yaşattıkları coşkulu sevincin ardından, 500 yıl sonra en büyük hüzünlerin yaşandığı yerler olarak tarihteki yerlerini aldılar.
24.Nisan.1877 yılında Kırım Livadya Sarayı’nda aldığı kararla Osmanlı Devletine savaş başlatan Çarlık Rusyası Ordularının Tuna Nehrini geçerek Ziştovi ve Niğbolu’ya saldırmalarının ardından Şıpka Geçidi ve Plevne’ye yönelmeleri bahse konu insanlık trajedisinin zeminini hazırlamıştı.
Değerli okurlar, 600 yıl boyunca Osmanlı Ordularını yenememenin verdiği hırsla, savaşın ordular arasında yapılması gerçeğini unutan Çarlık Rusya’sının askerleri, karşılarına çıkan yerleşim yerlerinde asker – sivil ayırmaksızın büyük bir zulüm ve katliama yöneldiler.
Bu durumun en çok etkilediği başta Vidin olmak üzere Plevne, Rusçuk ve Filibe’den göç sırasında yaya olarak yola çıkan 1.800.000 vatandaşımızdan yalnızca 1.500.000 kişi Edirne ve İstanbul’a ulaşabilmiştir.
Gerek Rus askerlerinin ve gerekse Bulgar çetelerinin saldırısıyla birlikte salgın hastalıklar, açlık, sefalet ve çok zor koşullar nedeniyle hayatını kaybeden 300.000 kişinin yalnızca kendileri değil arkalarında bıraktıkları yakınları da bu yıkımın kurbanı olmuştur.
Hemen her aileden bir veya birkaç kişi yollarda kaldığı gibi bütün ailesini kaybedip hayatta yapayalnız kalanların çektiği acı, bir sobanın etrafında oturup anlatılan hikayelere konu olduğu kadar, yüreğinin yangısı türkülere yansıyanlar da oldu.
Savaşın ardından Vidin’e Tuna Nehri’nin kıyısındaki köyüne dönüp ailesini arayan fakat dünyada yapayalnız kaldığını anlayan, ailesinden geriye bir tek kuzunun kaldığını görerek yıkıntılar arasında çaresizce gezinen bir kız.. O’nu gören ve kendisi de yapayalnız kalmış bir Türk genci..
Ben bir göçmen kızı gördüm Tuna boyunda,
Elinde bir besli kuzu hem kucağında.
Doğru söyle göçmen kızı annen var mıdır?
Ne annem var ne babam kalmışım öksüz.
Sen bir öksüz ben bir garip alayım seni,
Alayım da gizli yerde sarayım seni.
Telgrafın tellerinden haber var mıdır?
Ne haber var ne mektup kalmışım öksüz.
(Kaynak: Fethiye İŞÇİLER - Beste: Hasan KARAKAŞ – Derleyen: Havva KARAKAŞ)
Esen kalın.