CEVDET TÜTÜNCÜ

CEVDET TÜTÜNCÜ

DOĞU AKDENİZ

Sevgili dostlar, 01. Ağustos. 1571 tarihinde Lala Mustafa Paşa’nın komutasında Kıbrıs’ın fethini sağlayan Osmanlı Devleti’nin 11. Padişahı II. Selim ( Sarı Selim 1524-1574), daha şehzadeliği döneminde söz konusu adanın gerek Akdeniz ve gerekse Ortadoğu’yu da kapsayan Osmanlı Devleti için stratejik açıdan ne denli önemli olduğunun bilincindeydi. 

O tarihlerde Ortadoğu’yla bağlantılı doğal kaynaklar ve dolayısıyla bunun önemi olmasa bile Kıbrıs Adasının stratejik konumu her zaman gündemde olmuştur. Çünkü Anadolu’nun Güneydoğusuna ve Ortadoğu’nun neredeyse içlerine kadar etkin konumda bulunan Akdeniz bu bölgede güvenliğin en etkili unsuruydu. Akdeniz’in güvenliği ise doğal platform konumundaki Kıbrıs Adası’yla yakından ilgiliydi.   

Günümüzde de özellikle çok yakın olması sebebiyle Türkiye’nin başta Güney sınırları olmak üzere kendi güvenliği ve buna bağlı olarak Akdeniz’deki varlığını etkin biçimde sürdürebilmesi açısından da vazgeçilmezlik özelliği bulunmakta.

Günümüzde Kıbrıs  bu öneminden hiçbir şey kaybetmediği gibi, etrafında keşfedilen yeni doğal kaynak zenginliğiyle daha da kritik bir pozisyonla gündemdeki yerini korumakta ve varlığını devam ettirmektedir. 

Öylesine zengin kaynaklar ki İsrail, Kıbrıs Rum kesimi, Mısır ve hatta Yunanistan tarafından bırakın kendi ihtiyaçlarını karşılamayı, özellikle başta Avrupa Ülkeleri olmak üzere başka ülkelere ihraç etmeyi düşündürecek ölçüde…

Değerli okurlar, hali hazırda ne yazık ki insan yaşamının vazgeçilmez unsuru olan enerji konusunda henüz yeni buluşların yapılamamış olması, Dünya üzerinde halen var olan enerji kaynaklarının bulunduğu yerler ve bunların ulaşım güzergâhları ülkelerin gelecekleri açısından büyük önem arz etmektedir. O nedenle bu bölgelerin gerek elde tutulması ve gerekse hakimiyet alanına hükümranlık haklarıyla müdahil olunması Türkiye’nin doğal yükümlülüğüyle doğru orantılıdır.

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de gerek doğal kaynaklar ve gerekse Türkiye’nin etkinliğinin kırılması açısından sürdürülen faaliyetler, Türkiye’nin elini zayıflatmaya yönelik çabalar her ne kadar son zamanlarda yoğunluk kazansa bile, amacına ulaşmasının imkânsızlığını göz önünde bulundurmak gerekir.

Geçmişteki deneyimler göstermiştir ki, kendi güvenliğini sağlamak konusunda taviz vermesi asla mümkün olmayan Türkiye’yi, egemenlik haklarını göz ardı ederek devre dışında bırakmaya çalışmak, ilgilenen devletler açısından hayâlden öteye geçmez ve çıkmaz bir yoldur. 

Esen kalın. 

 

<