ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

DÜNYANIN EN BÜYÜK AŞKI HANGİ ÇİFTİN AŞKIDIR?

Aşk her insanın yaşadığı bir duygu. Hem o kadar değişik bir duygu ki; içinde hem sevinç, hem hüzün var. Hem barış, hem savaş var. Bir başka insanın hayatını yaşamak var. O’nunla nefes almak, O’nunla yatmak, O’nunla kalkmak var.

Eğer O yoksa, bir bakıyorsun dünya bir anda ıssızlaşıveriyor. Ne çevrendeki sesi duyuyorsun, ne kokuyu algılıyorsun, ve ne de insanları farkedebiliyorsun.

Ama mahâret aşkı genelde sevinçle yaşamak. Mutlu olmak. Ve o aşkı, o sevgiyi yüceltmek...

Dünyanın en büyük aşkı, hangi çiftin aşkıdır, derseniz. Ben ne Leyla-Mecnun, ne Ferhat-Şirin, ne de Fatma Girik - Memduh Ün aşkı derim.

Ne derim bilir misiniz?

Madam Simpson’la, İngiltere Kralı 8. Edward’ın aşkı...

Bu ne aşk, bu ne sevgi imiş ki, güneş batmayan imparatorluğunu 8. Edward, elinin tersiyle itivermiş. Aşkta model bir insan.

Kendinden yaşça büyük ve dul olan Madam Simpson da, yaşamları boyunca sadakati ve sevgisi ile aşkların tek taraflı değil, çift yanlı yaşanırsa “büyük aşk” olabileceğini ispatladı.

“AŞK ELDE EDİLMEKLE DEĞİL,

 PAYLAŞMAKLA GELİŞİR.”

Bu sözün doğruluğunu, yaşamları ve bağlılıkları ile dünyaya gösterdiler.

“BÜYÜK RUHLAR AŞKLA DAHA DA BÜYÜRLER.”

demiş Schiller.

Ve büyüdüler de...

İnsana yaşadığını, herhangi bir insana ait olduğunu hissettiren şeydir aşk...

Aşkla, sevgi arasında bir karmaşa var.

“Efendim aşk geçici, sevgi kalıcıdır” Hayır! Tanrı aşkı ile Tanrı sevgisi arasında ne fark var?

İnsanlar “Ben sana aşığım”ı az söylerler de; “Seni seviyorum”u dillerinden düşürmezler.

Sonra aşk denince gençlikte içine biraz da belden aşağı şeyler karışıyor.

“BİR KADINA KARŞI DUYULAN EN DERİN

 SAYGININ TEMELİNDE CİNSEL İSTEK YATAR.”

Vallahi bunu ben söylemedim. Zweig söylemiş.

Bir gerçek sözle;

“SEVMEK;

 BİR BAŞKASININ HAYATINI YAŞAMAKTIR.”

Ve yıllar önce galiba Günaydın’dan kesip arşivime attığım imzasız bir yazıyı, yazanın da “ellerine sağlık” diyerek aynen size aktarıyorum.

“Bunalımdan çıkmak için”

“Bütün insanlarda zaman zaman rastlanan psikolojik bir bunalım görülebilir. Bu bunalımın kaynağını bile tespit edemeyenler vardır. Durup dururken veya işe gidip gelirken, evde otururken görünmeyen bir devin elleri boğazınıza yapışmış, sizi boğacakmış gibi olabilir insana.

Kimi hiç kimseyle konuşmadan günlerce bu bunalımdan kurtulmaya çalışır kendi çabasıyla. Kimi yalnız kaldığı her fırsatta ağlamaya başlar. Kimi içinden hiçbir şey yapmak gelmeden, evine kapanır, dünyadan kopmuş gibi...

Bu bunalımlar birden bire nasıl ortaya çıkıyor? Neden? Niçin? İnsanoğlunun yakasına yapışıp onu boşluklara düşürüyor. Kimi ömrün kısa olduğuna iyice inandırmış kendisini... Kimi genç yaşında herşeyin sonu geldiği fikrine kapılmış...

Kimi çok sevdiği bir yakınını kaybettikten sonra, o insanı özleye özleye, bir sıkıntı birikiminden patlayacak gibi olmuş... Kimi ayrıldığı eşini, kimi yaptığı hataları, kimi yokluğu, kimi de yakalayamadığı zenginliğin stresinden ruhsal dengesini bozmuş olabilir.

Bunalımların tehlikeli olanı, sorunlarını hep içe atarak yaşamaya çalışan insanları pençesine almış olanıdır. Yıllar yılı eli bir kadın eline değmeden yaşayan erkekler, arzularını her geçen gün biraz daha bastırarak yaşamaya çalışan kadınlar bir ömrü, karışık rüyalar, ağlatan kâbuslar ile geçirip tüketirler. Kiminde öyle bir sabır vardır ki, film olsa sinirden hasta olursunuz.

Kiminde öyle bir tahammül gücü vardır ki, iradesine şaşarsınız. Bunlar hepsi yaşarken elimizde olupta kıymetini bilmediğimiz günlerden sonra, çevremizi saran dikenli teller gibidir. Ekonomik sorunlar içersinde, bugün idare edeyim, yarın idare edeyim diye diye geçen yıllara yanmamak kolay iş değildir.

Yüreğinden acı olayları atamayan, kimselerin bilmediği zor bir yaşama içerisinde kıvrananlar... Doğduğu günden beri bir türlü şanssızlığın çemberini kıramamış insanlar... Ömrünü felçli yavrusuna adamış bir anne, çocuk özlemi ile yanıp tutuşan bir baba...

Evlilik rüyasını gerçekleştirememiş bir kız... Aile baskıları, çevre baskıları, gelenekler, görenekler eze eze insanoğlunu bunalımdan bunalıma götürür... Peki bütün bu olumsuz yaşam biçimlerinde bunalımdan nasıl çıkmak gerekir?

Yanıt şöyle olabilir.

“Bir insanı sevmekle...”

Evet sevgidir bizi yaşatan... İnsanlar artık çağımızda, sevgisizliğin duyguları körelttiğini biliyorlar.

Onun için tüm güçleriyle sevgiye sarılmak ve yaşamın tadını çıkarmak istiyorlar.

Çünkü makineleşen dünya ve otomatikleşen insanı duygu yüklü bir fani yapmak için söylenen ve anonim olan bu satırlara ne dersiniz?

“Kavgayı ağacın bir yaprağına yazmak isterdim,

 Sonbahar gelsin yapraklar kurusun diye.

 Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdim,

 Yağmur yağsın bulut yok olsun diye.

 Nefreti karların üzerine yazmak isterdim,

 Güneş açsın karlar erisin diye.

 Ve dostluğu sevgiyi,

 Yeni doğmuş tüm bebeklerin,

 Yüreğine yazmak isterdim,

 Onlar büyüsün dünyayı sarsın diye.”

 

<