DÜNYANIN HALİ..
Karalamalarımı gözden geçiren can dostlarım, beni eleştiriyorlar: “Yahu bu ne tevazu kardeşim, bu kadar da değil. Tevazu fazilettir, ama fazlası rezalettir. Bu kadar söyleme, sonra inanırlar.”
Haklılar...
“HİÇ BİRİMİZ,
HEPİMİZ KADAR AKILLI DEĞİLİZ.”
Ama elden ne gelir. Bu da benim yapım. Alçak gönüllüğün aşırısı beni mutlu eder. Tıpkı o “birşeyler” de sizin beğenmediğinizi, benim beğendiğim gibi...
Yıllardır, bu birikimleri nasıl aktarabilirim, nasıl anlatabilirim diye, uykusuz geceler geçirdim.
Güzel sözler, harika deyimler, atasözleri, tarihi fıkralar, anlamlı anektodlar başlığı altında, sıraya konmuş ve emek verilmiş bir çok kitap var.
Hatta alfabetik sözcükler başlığı altında yazılmış onca eserler var. Canın sıkıldı mı açıyorsun, “sevgi” için, “para” için, “nankörlük” için, neler söylenmiş, pat okuyorsun...
Çok sevdiğiniz ve hayran olduğunuz bir şair var. Kitabını açıyor, bir-iki şiirini okuyup rahatlıyorsunuz.
Veya, atalarımızın erişilmez zeka ürünü olan özdeyişlerini, imrenerek okuyorsunuz.
Bilemediniz, radyonun düğmesini çevirip, bir şarkının güftesinde o, aradığınızı arıyor ve buluyorsunuz.
“BENZEMEZ KİMSE SANA,
TAVRINA HAYRAN OLAYIM.
BAKIŞINDAN SÜZÜLEN,
İŞVENE KURBAN OLAYIM.
LUTFUNA ERMEK İÇİN,
SÖYLE PERİŞAN OLAYIM.
BAKIŞINDAN SÜZÜLEN,
İŞVENE KURBAN OLAYIM...”
Ehh, bunların hepsi var. Ben öyle bir şey yapmalıyım ki, yeni olmalı. Roman yazmalıyım; roman kahramanı kişi, hayali olaylar yaşarken, bu birikimleri anlatmalı, dedim. Olmadı...
Özlü sözler, tarihi ve güncel fıkralar, hikayeler, güldürüler diye bölüm bölüm ayırıp, yazmalıyım dedim. Olmadı...
Uzaydan biri gelmeli. Çelebi bir dünyalıdan, dünya halini çilesini, nimetlerini, güzelliklerini, çirkinliklerini, inişini, yokuşunu öğrenmeli, sonra geri dönmeli, dedim. Olmadı...
En iyisi;
“BAŞLAMAK, BİTİRMEK DEMEKTİR”
deyip, kaleme kağıda sarıldım. Tabii kağıda kaleme değil, çağa uyup, başladım bilgisayarın tuşlarına dokunmaya.
Neyse iyi de oldu. Dünya hali dedik ya, bakın şimdi aklıma ne geldi.
“Genç Sultan, tahta geçtikten sonra, bilginleri çağırtmış ve “Babam öldü, ülkemi yöneteceğim ama beni bilgilendirin ki, dünya hali, dünya tarihi nedir bileyim. Ülkemi çok iyi yönetmeliyim” demiş.
Bilginler; “Emredersiniz Sultanım” diyerek, gitmişler.
Aradan üç sene, beş sene geçmiş, gelen giden yok.
Sultan, yine bilginleri çağırtmış, sormuş. Bilginler; “Efendim kırk deve yükü kitap getirdik, emrinize hazır” demişler.
Sultan kızmış: “Yahu ben bu kadar işim arasında, kırk deve yükü kitabı, nasıl okurum. Gidin bunu kısaltın, getirin” demiş.
Yine üç sene, beş sene tıs yok.
Orta yaşa gelen Sultan, bilginlere yine haber salmış. Bilginler; “Efendim, kısalttık 40 katır yükü oldu” demişler. Sultan aynı yanıtı vermiş; “Çok yoğunum, gidin kısaltın, öyle getirin.”
Bilginler yine gitmişler. Yıllar geçmiş Sultan yaşlanmış ve yatağa düşmüş, artık ölecek. Aklına gelmiş. Ölmeden şu dünya gerçeğini öğreneyim, diyerek bilginlerini çağırtmış.
Bilginlerin piri, elinde kocaman ve kalın bir kitap ile çıkagelmiş. Sultan, ölüm döşeğinde. “Efendim, geldik. Dünya gerçeğini bu kitaba sığdırdık.”
Yaşlı Sultan: “İyi güzel de, benim artık bu kitabı okuyacak halim, mecalim yok. Şunu bana bir iki sözcükle özetleyemez misiniz?
Bilginlerin piri, Sultan’ın kulağına eğilmiş; “Dünya halinin özeti şudur Sultanım” demiş;
“Doğdular, acı çektiler ve öldüler...”