DUVARA KARŞI...
Hayat ona arkasını , o da yüzünü duvara dönmüştü.
Gece lambasının fersiz sari ışığı , yatağının içinde tortop olmuş hastanın sırtına düşmüştü.
Hasta derin uykularda, kendini seyrediyordu…
Hastanedeydi...
Sanki bir aynada kendini seyreder gibiydi. Kısa kara saçlarına aklar düşmüştü.
Tahlilleri inceleyen doktor;
-Bol bol su iç , demişti.
Sekreter küçük tahlil kabını uzatıp ;
-Buna işesin, dedi , gözüne düşen uzun perçemini toplayarak refakatçiye ;
-Öğleye kadar buradayız abla , dedi.
idrar söktürücü içti.
Aradan zaman geçti. Hasta;
-Yok! dedi. Niçin “yok” kendisi de bilmiyordu.
İlerlemiş yaşına rağmen sert ve siyah saçlı, zayıf , kalın kaşlı doktor , refakatçi kadına ;
-Sabır, dedi.
Öğle oldu. Önce doktor , ardı sıra süslü püslü bir sürü sekreter kız şen şakrak , asansöre
doluşup yukarı kata, yemeğe çıktılar...
Hasta da refakatçisiyle ağırlaşan ayaklarını sürüyerek hastanenin kantinine gitti.
Gözlemeci kadın oklavasını ekmek tahtasının kenarına koyup, kısa saçlı perişan hastaya
baktı. Elleri yana düştü;
-Yazık, ne de güzelmiş, dedi
Sahipsiz bir telefon uzun uzadıya çaldı .
Uykusuzluk hastalığından yatan yaşlı kadın hasta ; gözlerini kocaman açarak bir hastaya,
bir refakatçiye bakıp derin düşüncelere daldı.
Patatesli gözleme yediler. Çay, su içtiler.
Yaşlı hasta kız , refakatçisi ile birlikte elinde boş tahlil kabı eve döndü. Mutfaktaki halının
üzerine uzandı. Gözünü kapattı.
Uyandığında halıya işlediğini fark etti. Oturup utancından ağladı.
Refakatçi gelip yüzünü öptü;
-Üzülme abla. Sonra ben yıkarım, dedi.
Onu halıdan kaldırıp yatağına yatırdı, üzerini örttü. Bir anne gibi , bir öpücük daha kondurdu,
saçını elleriyle okşadı;
-Hadi şimdi uyu abla , dedi. Sonra gidip halıyı arka balkona yıkadı, güneşe astı.
“Abla” rahatladı ; yüzünü duvara döndü.
Güzeller güzeliydi. Evlenmemişti. Hayata hep uzaktan bakmıştı. Ömür boyu hastalıklarla
boğuşmuştu. Şimdi çok hastaydı.
Yatarken yüzünü döndüğü duvar , kaba çimento ile sıvanmış , üzerine plastik boya
çekilmişti. Pürüzlü yüzeyinde turlu şekiller, yollar vardı. Bunların arasında yürüyordu...
Kendini bir yazıda, patika bir yolda gördü. Yalnızdı . Hava çıplaktı. Her şey sessizdi.
Fundalıklarda çalılar çıtır çıtır etti. Meşeler birkaç yaprak daha döktüler. Hafif bir yel kuru
toprağı yaladı.
Zaman gece yarısını geçince, kalktı. Açık kapının kenarından dikkatle baktı. Loş ışıkta uzamış
gölgeler oynaşıyor, açık bir pencerenin tül perdeleri ay ışığında dalgalanıyordu. Gidip tekrar
yatağına uzandı, duvara döndü.
2
Dağınık yorgan kıvrımında tek başına yürüdü.
Gezegenin yüzünü güneşe, sırtını sonsuz karanlığa döndüğü bu ıssız zamanda, hasta
yerinden doğrulup yüksek sesle bir kelime haykırdı. Kelime lastik bir top gibi duvara çarpıp
geri döndü.
Yakınlarda bir yerde bir tencere devrildi.
Gecenin içinden gelip evine giden garip bir işçi korkudan ürperdi.
Odalarda kimsecikler yoktu. Gece lambalarının loş ışıkları antrede yere serilmişti.
Bir yerde bir baykuş öttü.
Hasta “abla”, duvara baktı. Ağaçsız bir yazıda düşe kalka yürümüş yorulmuştu.
Bir yerlerde vakitsiz bir telefon çaldı.
Şimdi dışarıyla ilgisini kesmiş , tepkilere duyarsız kalmıştı . Ah bir de zaman zaman gelen o
şiddetli ağrılara da duyarsız olsaydı! İdrarını kaçırmasaydı .Ağlamasaydı...
Antrede durdu; anlamını bilmediği herkesi ürperten kelimeyi bir daha haykırdı. Kelime
gecenin ıssızlığına çıplak bir bıçak gibi yalın ve hissiz indi.
Refakatçi eğildi , yüzünü öptü.
Sırlarını paylaşamadığı ancak kusurlarını paylaştığı biricik can yoldaşı sevgili refakatçisi
kapıyı usulca kapatıp giderken, kendi kendine ;
-Buna da şükür. Beterin beteri var, dedi.
Bozuk yolda yürürken gördü kendini. Duvarın sıvası yer yer dökülmüş yolları bozuktu.
Tek başınaydı. Zaman geriye gitmiş ; mavi minik çiçek desenli entarisiyle çıtı pıtı bir kız
çocuğu yürüyordu. Kıvırcık saçları esintide irili ufaklı top savanlar gibi bir o yana bir bu yana
savruluyordu.
Tek ağaçlı yolun ucunda bir kadın duruyordu. Onu tanıdı. O melekler kadar güzel olandı ;
onu sevip saçını okşayan annesiydi. Dalgalı kumral saçları ,beyaz gerdanında altın habbeler
vardı. Güzelliği karşısında yutkundu. Annesi ona kucağını açmış ;
-Gel benim minik tatlı kızım ; gel benim gün görmemişim ; kadersizim; gel, diyerek el
ediyor , onu yanına çağırıyordu.
Sanki hiç hasta olmamış, hiç saçları ağarmamış, dizleri hiç ağrımamış gibiydi. Sanki altına hiç
kaçırmamış , utancından hiç ağlamamıştı.
Minik kızın yüreği kuş kalbi gibi çarpıyor, mini minnacık ellerini açmış, minicik patileriyle
annesine doğru ,yüzünü döndüğü duvara karşı koşuyordu . Peki bu boynundan , boğazından.
şakaklarından inen bu soğuk terler de neyin nesiydi?..