EĞİTİMDE "ORTAK AKIL" ZORUNLULUĞU (2)
Mesleki liselerden üniversitelere sınavsız geçiş hakkı
Bugün için sadece ülkemizin değil, dünyanın en önemli sorunlarından biri işsizlik. İşsizliğin çaresi ise üretimden, üretimin yolu da üretken insan yetiştirmekten geçiyor! Ne yapıp edip eğitim sistemimizi sınav odaklı olmaktan kurtarıp, üretim ve çözüm odaklı hale getirmemiz gerekiyor!
Peki, bu o kadar zor mu? Tabi ki hayır!
Üretim ve çözüm odaklı bir eğitim sistemini daha önce Köy Enstitüleri ve meslek liseleriyle denedik ve çok başarılı olduk. Anadolu liseleri ve fen liselerini özünden koparmadan önce çok başarılı örneklerle karşılaştık. Sonra ne olduysa oldu, çocuklarımızı eğitimden, üretimden kopartıp, sınavların ve dershanelerin kucağına attık. Gelinen son nokta ise tam bir bataklık. Elini veren kolunu kurtaramıyor! Çocukluğunu, gençliğini sınavlar için feda edenlerin ödülü işsizlik oluyor! En başarılı olanların bile diplomaları artık bir işe yaramıyor. Çünkü yetkinlik kazandırmıyoruz!
En büyük hatamız, umut tacirliği oldu. Tüm çocuklarımıza olmayacak hayaller kurdurduk, testlerin, dershanelerin ve diplomaların kölesi haline getirdik. Meslekten, hayattan, mücadeleden, üretimden koparttık.
Hem bir eğitimci hem de uzun yıllardır bu sahaya gönül vermiş ve mümbit coğrafyamı karış karış dolaşmış biri olarak diyebilirim ki bugün bir sağlık meslek lisesi mezunu gencimiz en az bir tıp öğrencisi kadar donanımlı halde. Ya da meslek liselerinin makine bölümünden mezun olan bir gencimiz bir mühendis kadar pratik bilgilerle donanıyor.
Bu noktada yapmamız gereken şey onların önündeki üniversite engelini kaldırmak olmalı. Yani bir sağlık meslek lisesi mezunu gencimiz tıp öğrencisi olmak istediği zaman üniversite sınavına takılmamalı, bir diğer gencimiz mühendis olmak istediği zaman bu engelle zaman kaybetmemeli ki biz gençlerimizi yok yere heba etmeyelim. Bunu başarabildiğimiz zaman inanıyorum ki özellikle gençlerimizin hem sevdikleri mesleklere kavuşmalarını sağlayacak hem de mevcut üretim kalitemiz tavan yapacaktır.
Meslekler saygınlığını yitiriyor
Evet, yazık ki meslekler saygınlığını yitiriyor çünkü bir mesleğin değeri kazandırdığı parayla ölçülüyor. Çünkü tahakkümün tüm gizli türlerini kitab-ül mübinin “menat” dediği parayla keşfettik ve özgürlüğümüzün ufuklarını da bu kararttı. Biz paranın esaretine girdikçe kalplerimiz görme yeteneğini kaybetti, marifet kavramını unuttuk, böylece de basiretimiz bağlandı. Hayret edemez, doğan her güne mucize gözüyle bakamaz hale geldik.
İşte bu yüzden de “saygın(!)” olarak görülen birkaç meslek var artık ve diğer meslekler kapital bir zihin algısıyla önemsiz sayılıyor. Mesela bir bahçıvan avukatın hizmetçisi olabiliyor. Kurduğumuz eğitim sisteminde çok az insan mezun olduğu fakültede öğrendiği mesleği icra ediyor; çünkü fakültelerde verilen eğitim her gencimize diploma kazandırıyor ama meslek kazandırmıyor. Bu nedenle olsa gerek ki, gençlerimizin sevdikleri meslekleri öğrenmelerini ve yapmalarını sağlayamıyoruz.
Suçlu aranacaksa bu kesinlikle gençlik değil!
Gençlerimiz yeni filizlenen bir ağaç dalı gibi; nereye bükerseniz, o yöne doğru büyüyor. Dolayısıyla doğru budarsanız, güçleniyor, yanlış budarsanız da ne boy veriyor ne de ürün. Bu yüzden de şu makus tablo içinde illa ki bir suçlu aranacaksa bu kesinlikle gençlik değil. Çünkü onlar biz ne istediysek yaptılar. Sınavları kazanın dedik kazandılar, en iyi üniversitelere girin dedik girdiler, en iyi meslekleri seçin dedik seçtiler, diplomasız olmaz dedik; bir değil, birkaç diploma birden aldılar. Onlara bu vasıfsız, ezberci ve dayatmacı eğitim modelini biz dayattık.
Eğitim boşluk kabul etmez
Hemen her fırsatta dile getirmeye çalıştığım gibi, eğitim dediğiniz olgu; bir ülkenin geleceğini, nereye varacağını, ilerleyen zaman diliminde nerede olacağını belirleyen bir süreç ve bu yüzden de boşluk kabul etmiyor. Bugün kucaklayamadığımız, sahiplenemediğimiz, frekansını yakalamayadığımız ve ötekileştirip başarısız ilan ederek sistem dışına ittiğimiz her gencimizi adeta başkalarının kucağına itmiş oluyoruz.
Madem ki medeniyet dediğimiz şey kültür ve teknoloji üretme yeteneği, öyleyse kendi kültürümüze bağlı bir zihinle kökümüzden kopmadan göklere uzanmanın mücadelesini ortaya koymak zorundayız.
Kökten kastım geçmişe tapınma ve mazinin külleri üzerine ağlamak değil. Toprağın kirlenip yüreklerin çoraklaştığı, bilincimizin köleleştiği bu zaman diliminde yüreğimizi göğe yakın tutmak adına ait olduğumuz manevi mirasın farkındalığına ulaşmak için top yekün bir zihin birliğiyle hakikate ulaşma mücadelesi içinde kaynağa gitmek, başlangıçlara yolculuk yapmak, suyu doğduğu yerden içmek için girişmemiz gereken tarih mücadelemizden söz ediyorum. Ancak bundan sonra bugünkü hastalık, sorun, kriz tam anlamıyla anlaşılabilecek ve bilginin yeni bir tedvini, toplanması yapılabilecek; gerçeğin soluğunu metinlere üflemek ve yeniden onların nefes almasını sağlamak mümkün olabilecektir.
Bu nedenle dünyayla rekabet edebilir, en az bir yabancı dil bilen, düşünebilen, sorgulayabilen, üreten nesiller yetiştirebilecek bilime dayalı bir eğitim sistemine ihtiyacımız var ama bu sistem ordan, burdan şurdan alınarak değil; başında bulunan “milli” ibaresinin hakkını eda edecek şekilde bize özgü olmalı, bizi yansıtmalı. Bugünkü batının ötekileştirme ve herşeyi kendi merkezi etrafında yeniden üretme hırsı, insan kibrinin zirvesi olarak karşımızda iken karanlığa karşı mücadele vereceksek ilkin kendi içimizdeki karanlıkları aydınlığa boğmalıyız.
Unutulmamalıyız ki, bilginin nasıl elde edileceğine ve hangi tür bilginin değerli olduğuna karar verenler bir bütün olarak evrene ve hayata hükmeder hale gelirler, belirleyemeyenler ise onlar tarafından güdülürler.
Yaşamak dediğimiz şey ise bilgi sarayına girmeyi fısıldar; ama bilgi sarayına sadece size lazım olanı almak için girer diğer bir tabirle “hırsızlık” niyetinde olursanız sadece farelere kalan kırıntılar nasibiniz olur. Çünkü cehalet nerde olduğunu bilmemek, bilgi ise olmamız gereken yerde olduğumuzun farkında olmaktır. Yani ancak dağın tepesinden bütün manzaraya hakim olabilir, dağın tepesinden görüşünüzü keskinleştirebilirseniz. Zirveye çıkmanın yolu ise köküne bağlı olmaktan geçiyor.
Eğer bugün din adına endişe edeceksek çocuklarımızın taklidi değil, tahkiki, sahici ve samimi bir inanca sahip olup olmadığına bakmamız gerekiyor. Ama bu da okulda değil, ailede şekilleniyor. 100-120 m2 lik evlerde annenin ayrı, babanın ayrı, kız veya erkek çocuğunun ayrı bir dünya kurduğu; her bir ferdin yalnızlık ve anlaşılamamaktan şikayet ettiği bir aile ortamında verilemeyen manevi dinamikleri eğitim kurumlarından beklemek; asli vazifesi “öğretim” olan öğretmenleri kayıtsız şartsız “mürebbi” olarak görüp, ailenin veremediklerini öğretmenlerin ve okulların vermesini beklemek avuçlarımıza sadece hayal kırıklığı bırakır.
Peki çözüm ne?
Bu tabloya çözümsel olarak baktığınızda “nereden baktığınız” cevabınızı değiştiriyor. Siyaseten bakıyorsanız, objektif bir değerlendirmeden söz edemezsiniz. Pedagojik bakıyorsanız, her şey daha da içinden çıkılamaz hale geliyor. Öğretmen ve öğrenci gözüyle baktığınızda memnun olan yok gibi.Velilerin olaya bakışı da farklı değil; şaşkın, yorgun ve tedirginler! Sivil toplum örgütleri, medya ya da diğer üçüncü gözler için de her konuda çok daha iyisi yapılabilirdi.
Eğer eğitimde ciddi reformlar gerçekleştirmek istiyorsak ki bu, gerekli olmanın ötesinde, artık zorunluluk haline geldi; her şeyden önce bir gönül birliği sağlanması gerekiyor. Önce eğitimin önemi konusunda hemfikir olup, ondan sonra da, alınacak her karar için ortak paydalar oluşturmalıyız. Bu konuda MEB’e, YÖK’e, üniversitelerimize çok önemli görevler düşüyor.Doğru bir yol haritası çizerlerse, buna ne siyasiler hayır der ne de öğrenci, öğretmen ve veliler.Bu noktadaki referansları, hiç tartışmasız, ehliyet, liyakat ve değerlerimize sadakat olmalıdır.
Müebbet muhabbetle!
(Bitti)