EKMEĞİ KATIK ET…
Doğduğumuz günlerde Türkiye sorunluydu.
Dünden bugüne değişen bir şeyde yok.
Eskilerin anlattığına göre; 1940’lı yıllarda Dünya savaşıyordu ve Türkiye’de ekmek yoktu, buğday olası bir savaş için saklanırdı. Ekmek ise insanlara karne ile verilirdi..
Şimdi karne falan yok ama o günlerden kalma bir söz bugünlerde yine revaçta; Ekmeği katık et
Ne demek ekmeği katık et.
Kısaca anlamı şu: bir yiyeceği ucuz olan başka bir yiyecekle beraber yemek, hatta ucuz olan yiyeceğe abanıp onunla doymak, diğer yiyecekten sadece tadımlık yemek.
Aslında söylenmek istenen şey; sadece ekmek karın doyurur, gerisi damak zevkidir…
Eskiler öyle düşünürlerdi çünkü…
Her şey tadımlıktı eskiden. Yokluktan bolluğa geçince her şey hoyratça kullanılmaya başlandı…
Sonra aniden her şey eskiye dönüverdi.
Biraz abartılı oldu denebilir belki, eskiye döndü demek.
Ama insanlar tadımlık olanların asıl gıda olduğunun bilincine vardı beslenmek ile doymak arasındaki farkı öğrendi…
Şimdi alenen söylenmiyor ama yine “ekmeği katık et” dönemine döner gibiyiz…
Siyasi jargonda “açlık edebiyatı yapmak sadece nankörlük” Malum ya; ekmeği katık edersen doyarsın.
Zaten bir milletvekilleri o sözü de söyleyiverdi ve tarihe meclis kayıtlarında not düşüldü… Ne demişti o sayın milletvekili “kuru ekmek yiyorlarsa demek ki aç değiller”
İşte Türkiye’nin son yıllardaki dramı bu…
Peki; bu noktaya nasıl geldik biz.
Atatürk’ün kısa iktidar döneminde uçak bile yapan , ülkeyi demir ağlarla ören bir yönetimden, yüz binlerce lira ödenerek alınan montaj sanayi ürünü yerli otomobiller için “yap işlet” yolları yapmaya geçtik…
Demir ağları sadece hızlandırdık ama yenilerini yapmayı akıl etmedik..
Kapatılan uçak fabrikaları sadece masal kitaplarında kaldı…
Bunları biz yazdık ama Türkiye’nin mangalda kül bırakmayan entelleri okudukları makalelerle bilim adamı sıfatıyla bilgiçlik taslamaya başladılar ve isimlerinin önlerine koca koca akademik unvanları koydular, hiçbir şey üretmeden bu halkı uyuttular..
Her konuşmalarına “benim bilimsel görüşüme göre” veya “bir bilim insanı olarak” diye başlayan bu çakma bilginler toplumu horlamaya küçük görmeye ve de onları “cahil topluluklar “ olarak nitelemeye başladı.
Tıp bilimi de bunlardan ari değil elbette..
Son korona olayında bunu yakından bir kez daha gördük ki; söyledikleri ve bildikleri belirttikleri her şey başkalarının bilgilerini yani intihal yaparak bize sattılar…
Öyle olmasaydı her konuşmalarında ayrı ayrı şeyler söyleyip aşı konusunda insanların kafalarını allak bullak etmezlerdi.
Hepsi hayranlık duydukları bir Türk asıllı mucidin bedava (mı?) reklamını yapmak için yarışırken insanlarda ne aklı bıraktılar ne fikir…
Dedik ya, okudukları her makaleyi kendi derin bilgileriymiş gibi aktardılar… Kafaları allak bullak ettiler..
Yıllar önce bir tıp profesörü yapılan bir röportajında “Hocam siz bir bilim adamısınız ….. konusunda ne diyorsunuz” diye sorusuna ilginç ve şok bir yanıt vermiş. Cevap hem şaşırtıcı hem de saygı duyulası bir itiraf..
Şöyle demiş hoca; Bir yanlışınız var. Biz bilim adamı değiliz. Biz sadece bilimi öğretir veya uygularız. Bize bilim öğretmeni diyebilirsiniz veya bilim ustası. Bilim adamı bilimi üretendir. Uygulayan değil”
Bizim yeni moda hocaların söyledikleri nedeniyle, bir çok dostumuzu bu korona belası konusunda aşı olmaya ikna etmeye çalışıyoruz. Ama söylenen şeyler kafaları iyice karıştırmış. Derler ki; Falan hoca o aşı için şöyle dedi, filancası ise öbür aşı için şöyle.. Ben aşı olmasam daha iyi…
Sonra o hocalar çıkıp herkesi aşı olmaya çağırıyor… “Yahu biz ne dedik” diyen yok…
Evet ne demiştik gelelim eski hikayeye ; Türkiye yine “ekmeği katık et” noktasına geldi…
Ama hiçbir bilim insanı (!) buna itiraz etmiyor, yol yordam göstermiyor, vatandaşa anlaşılır sade bir dille çözüm yolu göstermiyor.. Bilgili olduklarını kanıtlamak istercesine anlaşılmaz laflar ediyorlar kimse bir şey anlamıyor…
Bunlara kendini “bilim adam siyasetçi” ile yine kendisini “siyaset bilimcisi” olarak lanse eden partili lafazan zır cahiller dahil…