Ekmek arası katık
Özlüyor muyum nedir? Bir zamanlar çok ama çok fakirdik. Sabahları kahvaltı yemek öylesine lükstü, refahtı ki ancak şehrin sayılı zenginleri için gerçekleşebiliyordu. Ya da umum halk öyle düşünüyordu.
Sabahları kö ve kasaba evlerinde sabahları da bir öğün yenirdi. Yemek, çorba, Allah ne verdiyse o yenirdi. Çoğu yerde çorba denmezdi, şorba denirdi. Yıllar sonra dil çalışmaları yaparken öğrendim ki, şorba Arapça’dan, Çorba Farsça’dan fethettiğimiz kelimelermiş meğer.
Xxxx
Komşularımız vardı. İstanbul’da yaşayan bir oğulları da. İstanbul’dakinin hangi şartlarda, nasıl yaşadığı kimsenin düşündüğü şey değildi. Başka kardeşleri de vardı Mıstık’ın. Onlar kendi beldelerinde kalmış, baba mesleklerini devam ettiriyordu, köşgerlik yapıyorlardı. Hem yeni ayakkabı yapıyorlardı, hem de eskileri tamir ediyorlardı. Ama nedense kemen herkes bu çocuklardan çok İstanbul’dakinin adam olduğunu, hayatını kurtardığını düşünürlerdi. Halbuki bir yiğit gurbete çıksa gör başına neler gelir demiyor mu ozanımız. Kimse böyle düşünmüyordu.
Xxxx
Fakirdik, hem öylesine fakir. Koca sokak bir aile gibiydi. Yaprak kıpırdasa bir komşuda hemen diğer evlerde o konuşuluyordu. Giydikleri aynı, yedikleri aynı, korkuları, sevinçleri aynı idi. Sadece sokak mı, birbirine paralel sokakların 20 tanesi, 30 tanesinin halkı birbirini tanıyordu.
Evlerde su yoktu. Sokak başlarındaki çeşmelerden su taşımak kadınların göreviydi. Çocuklar da onların doğal yardımcıları. Sokak çeşmeleri iki gözü iki çeşme 24 saat ağlıyordu. Çok dertliydiler. Veli Avcının mısralarını hatırlamak lazım. Ben kendimi çok dertli sanırdım. Baktım ki çatalçeşme benden de dertli, Ağlıyordu iki gözü iki çeşme. Bu anlamda mısraları çok değerlidir.
Xxxx
Bir ablam evlenmişti. Bir akşam onlardaydım. Akşam saatlerinde kocası, yani eniştem geldi. Kese kağıdına bir kilo zerdali, kayısı almıştı ağaçtan toplanmış. Akşam yemeğine oturduk. Bir lokma ekmek, yarım zerdali. Akşam karnımız doyurduk. Şükrettik. Mutluyduk. Hiç şikeayetçi değildik. Sonra şükür nimetlerimizi artırdı. Çünki vaad öyle. Şükrederseniz nimetiniz artar.
Xxxx
İstanbul’da yaşayan o hayatını kurtaran komşumuz evlenmiş, hanımıyla baba ocağına gelmişti. Sabahleyin kahvaltı alışkanlıkları var. Çay yapılmış, sofra kurulmuş. Gelin bakmış sofrada peynir yok, zeytin yok, ben böyle kahvaltı yapamam, beyaz peynir isterim demiş. Bir ay boyunca o 30 sokakta bu konuşuldu. Bir de sahne temsili şeklinde dalga geçtiler. ‘Ay pendir olmazsa ben kahvaltı edemem’. Bizim oralarda peynir demek sosyete işidir, halk pendir der.
Xxxx
Neden hatırladım şimdi bunları hiç bilmiyorum. Herhalde o yokluktan, fakirlikten, ama halinden şikeayetçi olunmayan, bulunanı verene şükrettiğimiz günlerden şimdi bolluk içinde, nimetler içinde yaşarken nasıl da her şeyden şikeayetçi oluşumuz bana bunları düşündürdü.
Hayat zor mu, yoksa onu insanlar mı zor hale getiriyor. Kimi zaman çok zorlanıyorum hayatı yaşarken. Yiyecek, giyecek tamam, bol ve nitelikli ama bir şey var onu hep aradım. Çevremdeki herkes de hep onu arıyor.
Hepimizin muhtaç olduğu bir yudum, bir nefes sevgi. İşte hayatım boyunca aradığım, ihtiyaç duyduğum tek nimet budur. Sevgiye açım, hem de biilaçım.