M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ELENEN ÖĞRENCİ DEĞİL SİSTEMİN KENDİSİDİR (2)

Peki onca çabaya rağmen “neden böyle” diye soracaksınız biliyorum;

Çünkü okullar, çocuklarımızı sınavlara değil, hayata hazırlaması gereken kurumlar olması, cevheri cürufundan ayırarak onları ilgi, istidat, kabiliyet ve yeteneklerine göre gruplandırıp topluma ve insanlığa yararlı birer fert haline getirmesi gerekirken, eğitimin onca kazanımını bir tarafa itip sadece ama sadece sınavlara odaklandılar

Neden? 

Çünkü veliler öyle istiyor ve ilk sordukları şey okulların sınav başarısı

Sadece veliler mi? Hayır! 

Okulları denetleyen müfettişlerimizden ilçe kaymakamlarımıza, il valilerimize, bakanlığımız yetkililerine kadar hepsinin odağı “akademik başarı!” Yani okula gönderdiğimiz her gencin avukat, doktor, hakim, savcı, bürokrat olmasını istiyor; “hiçbirşey olamazsan bari git öğretmen ol” diyoruz! Bu toplumun aynı zamanda esnafa, terziye, marangoza, elektrikçiye, tamirciye de ihtiyacı olduğunu atlıyor; ortaya koyduğumuz sınav sistemimize uyum sağlayamayanlarısistem dışına” atıyor; “başarısız” ilan ediyor, “işe yaramazsın” fikrini empoze ediyor, henüz hayatlarının baharında onlara çaresizliği öğretiyoruz

Anlayış bu olunca da bilgi deposu beyinler, sınav kazanan çanta hamalları, tıkanmış eğitim sistemine kendini tıpa olarak görev addeden ebeveynler olarak her anne babanın elinde zeka ölçüm formları; gözleri hırs, çocuk büyütme enerjilerini ihtiras kaplamış bir halde herkes kendini yetersizliklerinin “tatmin memuru” olarak görmeye başlıyor.

Oysa hep dediğim gibi ideal bir eğitim sistemi öğrenciyi eleme işine girişmez, girişmemeli de. Ne yapar? Onların ilgi, istidat ve kabiliyetlerini keşfederek bir üst seviyeye çıkarır.  

Yani, balığa uç demez, attan yumurta yapmasını, kuştan yüzmesini istemez.  Dolayısıyla farklı mizaç ve yetenekteki öğrencileri aynı sorulardan sınav yapıp öğrencilerin bir kısmını “başarısız” ilan eden bir sistem eğitimi “anlayamamış” demektir. Bu tespitlerden hareketle baktığımızda da kim ne derse desin elenen öğrenciler değil sistemin kendisidir.

Sınavlar önemsiz mi?

Elbette önemli ama her şey değil! 

Sınav olmalı mı? 

İlgi, istidat, kabiliyet ve yeteneklerin ölçümü için evet ama, eleyip sistem dışına itip “işe yaramaz” fikrini empoze edip çaresizliği öğretmek için hayır

Zira sınavlardaki birinciliğin hayatta bir karşılığı olsaydı dünyayı sınav şampiyonları yönetirdi! Kabul edelim ki, sınavlar özellikle bizim gibi ülkelerde, umut tacirliğine dönüşmüş durumda ve öğrenciler de ebeveynler de harcadıkları emeğin, paranın ve yapılan fedakârlığın karşılığını kesinlikle alamıyor.

Alın başınızı ellerinizi arasına düşünün ne olur? Sınav şampiyonları hayatın neresindeler? Peki bu konuda hata onların mı? Kesinlikle hayır! Yarış atı misali bir sınavdan diğerine koşturarak, canlarına öylesine okuyoruz ki hayata atıldıklarında artık pek çok konuda ne heyecanları kalıyor ne de onca özverinin karşılığını alabiliyorlar! Küskünlükleri, ortadan kayboluşları, yeni şampiyonluklar peşinde koşmamaları biraz da o yüzden. 

Siz hiç, her yıl şampiyon olan takım gördünüz mü? Çok zor ama, biz çocuklarımızdan hep bunu bekliyoruz! Girdikleri her sınavı kazansınlar istiyoruz. O da yetmiyor, dereceye girmelerini bekliyoruz. Olmayınca da zaten içsel dünyalarında yaşadıkları savaşta yanlarında yer almak yerine karşılarına geçiyoruz.  Çünkü hemen hepimiz, olması gerekeni değil popüler olanı tercih ediyoruz. Çocuklarımızın ilgi ve yeteneklerini keşfetmeden, hayallerini dinlemeden, beklentilerini göz önünde bulundurmadan, kulaktan dolma bilgilerle bir dayatma içerisine giriyoruz. Bu yüzden okul seçerken ilk sorduğumuz soru kazandırdıkları özgüven değil, sınavlardaki başarıları oluyor. 

Bakın topluma… 

Bugün üniversiteyi kazananların üçte ikisi hiç istemedikleri fakültelerde okuyor, yüz binlercesi her yıl kazandıkları fakülteyi bırakıyor, milyonlarca üniversite mezunu da öğrenim gördüğü alandan çok farklı alanlarda çalışıyor ve bir Allah’ın kulu çıkıp da bu sistemi sorgulamıyor!

Üniversite mezunu gençlerin sayısında hızlı bir artış olduğu hepimizin malumu ancak ekonomik ve sosyal yaşamın dışına itilen gençler arasında diplomalı ve vasıflı işsiz sayısı da aynı oranda hızla arıyor. İşsiz üniversite mezunlarının oranı 2014 yılında yüzde 10.6 iken 2018 yılında yüzde 12.4’e yükselmiş durumda. 2018 verileri derlendiğinde mühendis diploması olan 91 bin, mimar diploması olan 40 bin gencimize iş imkânı sunamıyoruz. Sosyal hizmet bölümü mezunlarının yüzde 24’üne, gazetecilik bölümü mezunlarının yüzde 23.8’ine ve sanat mezunlarının yüzde 17.8’ine istihdam alanı açabilmiş değiliz. 

TÜİK’in 2018 verilerine göre 15-24 yaş aralığındaki genç nüfusun yüzde 20.3’ü işsiz iken, bu oran 2019 yılında yüzde 26.1 gibi devasa bir seviyeye yükselmiş. OECD ülkelerinde genç işsizlik oranı yüzde 10.9 iken Türkiye’de bu oran yüzde 26 ile OECD ülkelerinin 2 katını aşmış durumda. Bu da her dört gençten birinin ekonomik ve eğitim hayatının dışında kalması anlamını taşıyor

TÜİK’e göre ne eğitim öğretimde ne de istihdamda olamayan gençlerin oranı yüzde 24.8 olurken, erkeklerde bu oran yüzde 17.6; kadınlarda ise yüzde 32.2. 

Avrupa Birliği’nin (AB) resmi istatistik kurumu Eurostat’ın Nisan 2019’da yayımlanan ‘Çalışmayan, eğitim ve öğrenim görmeyen (20-34 yaş arası) gençler (NEET)’ araştırmasında ise 28 AB ülkesinin ortalaması yüzde 16.5 iken bu oran Türkiye’de yüzde 33.2

Burada asıl çarpıcı olan, çalışmayan, eğitim ve öğrenim görmeyen genç kadın oranının AB ülkelerinde yüzde 21 iken ülkemizde yüzde 51 gibi çok çarpıcı bir seviyede olmasıdır ki bu da ülkemizde her iki genç kadından birinin ekonomik yaşam ve eğitim sisteminin dışında kaldığını göstermektedir.

Hepimizin şu sunmaya çalıştığım ve sayfalar dolusu anlatabileceğimiz, ciltler dolusu yazabileceğimiz tablo içinde farkına varmamız gereken en önemli şey toplumda eğitime olan inancın azalmış olması tehlikesidir. Fazla değil, daha beş on yıl öncesine kadar bir çocuğun geleceği için eğitim olmazsa olmazların en başında geliyordu. Aileler yemez, içmez, gezmez, çocuklarının geleceği için her türlü fedakârlığa katlanırlar ve iyi okullara girsin, iyi meslekler edinsinler diye çırpınırlardı. Ama üniversite mezunları işsizlik sıralamasının en tepesinde yer almaya ve eğitime, diplomaya olan ilgi giderek erozyona uğramaya başladı

Eğitimle ilgili motivasyonun dibe vurmasının tabi ki çok farklı sebepleri var ve bunlar bu köşeye sığmayacak kadar teferruatlı konular. Ancak en ufak bir eleştiride bizi vatan hanini ilan eden zihniyet içinde toprağa diri diri gömülen, canla başla çalışıp eline aldığı diplomasıyla avuçlarındaki “hayal kırıklığı” içinde hayata küsen gençlerimizi, özel okullarda karın tokluğuna çalıştırılan, atanamayan ve artık sayısı milyona yaklaşan öğretmenlerimizi, canını dişine takıp uğraşan ama en ufak bir hatasında al aşağı edilen okul müdürlerimizi, zaten kısıtlı imkânlar içinde sürdürmeye çalıştığımız eğitim ve kalkınma mücadelemizde her yıl çöpe atılan milyonları  gördükçe yüreğim acıyor.

Aldığımız onaylar eşliğinde sürdürmeye çalıştığımız yurt turnemizde şu ana kadar ulaşma imkanına sahip olduğumuz 17 il, 178 ilçedeki gözlem ve deneyimleri de aktararak bu konuyu işlemeye devam edeceğim.

Müebbet muhabbetle...

(Bitti)

 

<