CEVDET TÜTÜNCÜ

CEVDET TÜTÜNCÜ

ERBAB

Sevgili dostlar, 1970’li yıllardan önce doğanlar hatırlarlar, bizim çocukluğumuzda yani 1950 – 1960’ lı yıllarda özellikle kişilerin kullanımı için sunulan eşyaların fabrikasyon imalatı hemen hiç yoktu. Yani elbiselerimiz, gömleklerimiz, ayakkabılarımızdan tutun da pijamalarımız bile hemen hepsi bu işleri çırak, kalfa, usta hiyerarşisi ile öğrenen ve yürüten kişilere ısmarlama olarak yaptırılırdı. 

Unutmuyorum özellikle böylesi dini bayramlar yaklaşınca babam bizleri kunduracılara  götürürdü. Var olan ancak birkaç değişik modelden birisini beğeniriz, ayağımızın ölçüsü alınır, birkaç gün sonra provaya gideriz ve arife günü akşamına yeni ayakkabımız da, terzide dikilen yeni elbisemiz de zar zor yetişir. Hatta bayram namazından ancak birkaç saat önce elbisemi terziden aldığım bile olmuştur.

Herkes bu eşyaları kullandıkça, görenler de sorarlar “ Ooo çok güzel olmuş, güle güle kullan, kim yaptı ? “

İşte o  “ Kim yaptı ? “  sorusunun yanıtı ne kadar çok şeyi kapsayan bir yanıttır ve de  bir isimle, lakapla ya da  unvanla tarifi imkansız ne çok şey anlatır. 

Kulaktan kulağa “ Fısıltı gazetesiyle “ anlatılanlar, işin ustasının bulunduğu şehirde iyi tanınmasını sağladığı gibi çok para kazanmasının da yolunu açar ve elbet amaçlanan da budur. 

Hatta bazı ustalarla ilgili olarak bu tür konuşmalar öyle boyutlara ulaşır ki verilen yanıtta kısaca  “ Erbabı yaptı “  denmesiyle ustasının, lakabının, dükkanının yerine varıncaya kadar pek çok şey iki kelimeyle anlatılmış olur.

Yalnızca giyim – kuşam değil aynı zamanda şekerleme, tatlı, ekmek, pasta, çörek gibi yiyeceklerin imalatını yapan ve çekirdekten yetişen bir ustanın böyle konumlara ulaşması her konuda dikkatli olmayı ve uzun yılları gerektiren çok zor bir aşamadır ve de sonunda kulaktan kulağa yayılarak alacağı unvanın  “ERBAB” olması; maharet sahibi, mahir, işinin ehli anlamında kendisine çarşı esnafı içerisinde ayrı bir konum ve saygınlık kazandırır.

Şimdi böyle bir konuyu neden gündeme getirdim ?..

Gazeteci olduğum için.

Biz gazeteciler bu mesleği seçtiğimizde az ya da çok demeden bildiklerimizi, gördüklerimizi insanların yararına olanları, deneyimlerimizle harmanlayarak her şeyi siz okurlarımıza sunmayı da kendimize peşin görev addetmiş bulunmaktayız. Bunlar çoğunlukla genel kültürü kapsayan konular olmakla birlikte, zaman zaman hayatın içinden gördüklerimize yazılarımızda yer vermenin de bir nevi çeşni katacağını düşünürüz. Ya da bizim gördüklerimizi, bildiklerimizi okuyucularımız da bilsin, görsün isteriz. 

Bildiklerimiz kütüphane raflarını arşınlamak, gazete, mecmua, dergi, ansiklopedi okumaksa, gördüklerimiz de günlük yaşantının içinden seçtiklerimizle ve işini özenle, layıkıyla yapanları gözlemleyerek oluşmakta…

Değerli okurlar Balıkesir yöresine seyahati kapsayan bir programınız varsa ve geçtiğiniz, gördüğünüz yerlerle ilgili notlar alıyorsanız ve yolunuzun üzerindeyse, reklam olduğunu düşünmeyin ama Bigadiç İlçesi’nde güler yüzlü esnafının kendine has candan tavırlarıyla sunduğu, özenle yapılan “ Tantuni “  ve  “ Simit “   yemeyi  notlarınızın arasına yazın. 

Özellikle sabah saatlerinde… 

Gözünüzün önünde fırından çıkarılan simit nasıl, poğaça nasıl, açma nasıl…

Yaptığı işin erbabı olmak nasıl…

 Esen kalın. 

<