M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

ERCİŞ; UMUDUMUN YENİDEN YEŞERDİĞİ COĞRAFYA (1)

Yıllar önce, sınıfımda bir öğrencimin altını ıslattığını gördüm. Öğrencim ile göz göze geldik. Korku ve kaygı dolu gözlerle bana bakıyordu. Öğrencimi iyi tanıyordum; benden değil, olayı duyup kendisiyle dalga geçecek olan arkadaşlarından ve daha sonrasında yaşanacak olaylardan korkuyordu. Öğretmen masasının üzerinde bulunan su sişesini alıp sınıfta gezinmeye başladım. Aynı zamanda da ders anlatıyordum. Olaya kaza süsü vererek elimdeki şişedeki suyu öğrencimin üzerine döktüm. Öğrencimden özür diledim. Evleri yakın olduğu için gidip üzerini değişmesini söyledim. Hizmetliden de sırayı temizlemesini rica ettim. Öğrenci, üzerini değiştirip geldiğinde minnet dolu gözlerle bana bakıyordu.

Bir meslektaşımın anlattığı ve “öğretmen aslında kimdir ve eğitim nedir” sorularına net bir cevap veren bu yaşanmışlıktan yola çıkarak diyebiliriz ki; eğitim, sağladığı bireysel ya da toplumsal refahın ötesinde iyi ve erdemli insanların yetiştirilmesinde elimizdeki en önemli imkanlardan biri ve her çocuğa hak ettiği sosyal, duyusal ve akademik olanakların sağlanmasında en bereketli kaynak aynı zamanda; ama eğitim gibi boşluk kabul etmeyen, herkes için bir buluşma noktası olan ve sanılandan çok daha ciddi, çok boyutlu ele alınması gereken önemli bir süreçte niyetler sorunlu olmasa bile yöntemlerin gözden geçirilmesi gerekiyor; zira insan mühendisliği yaptığınız bu süreçte bazen gençlerin derinliği bizim sığ bakışlarımızda kayboluyor

Zira hep andığımız gibi teknoloji hızla ilerliyor ve bu ilerleyiş ürkütücü boyutlarda artık. İnsanın kontrolünden çıkan; fıtratına, vicdanına yabancılaştıran bu süreçte eş zamanlı olarak eğitim kavramı da değişti, öğretmenlik gibi bir mesleğin muhtevası da. Eskiden öğretmen “herşeyi biliyorken” ve “bilginin kaynağı” iken bugün bilgi denen kavramlar zinciri artık her yerde ve bilgiye erişimde “altın” bir çağ yaşanıyor. Dünyada nam salmış üniversitelerle yüzbinlerce km öteden “uzaktan erişim” yoluyla ders alabiliyor, en iyi kütüphanelerin eserlerine birkaç tıkla ulaşabiliyor, arama motorları sayesinde bilgiye çok kolay erişim sağlayabiliyoruz. İşte bu yüzden doğru okunamayan dönemlerin nesilleri teğet geçmemize sebep olacağınının ve  ardımızda kayıp nesiller bırakacağımızın farkındalığıyla dönüşümü doğru okumak bugünkü eğitimcilerin en büyük sorumluluklarından biri. 

Toplumsal dönüşümün “ezberlerimiz” üzerine bir meydan okuma haline geldiği ve teknoloji çağının çocukları olan gençlerimizin bu ezberlere karşı çok daha cesur bir tavır takınarak “gerçekliğimizi” sarstığı bu zaman diliminde “öğretmen” ne iş yapar diye soranlara çok denk geliyorum ama cevaplarım bu konuda net;

Günümüzün başdöndürücü değişiminde öğretmeni vazgeçilemez kılan “bilgi aktarıcısı” olması değildir. Bu aktarma işi tarihin tozlu raflarında yerini aldı çünkü. Çocuklarımızın bilgi ile ilgili ilişkilerini tayin edebilmesi, bilgiye erişim için çocuğu teşvik etmesi ve bu sayede çocuğun merakını cezbederek harekete geçirmesi öğretmenlik mesleğinin vazgeçilemez unsuru oldu artık. Çocuklarımızın zihinleri sahip oldukları teknolojik materyaller ile eskiden olduğu gibi “boş bir levha” değil artık ve öğreneceği şeyle hesaplaşma sürecine hazır halde geliyorlar okula. Anlatılanlar ile kendi bildikleri arasında kuracağı bağda öğretmenin rolü devreye giriyor ve bu rolde başarılı olan öğretmen çocuğu sorun yaratan değil çözüm üreten bir bireye dönüşmesinde ön ayak oluyor. Çağımızda “öğretmenlik” mesleğini böyle okuyamazsak dünya bilişim çağını, dijital çağı, yapay zekâ çağını konuşurken biz hâlâ okuma-yazma sorununu çözmekle uğraşırız. Zira bilişim dünyası, uzun yıllar akademik başarının ve sonrasında gelen mesleki ve sosyal başarının vazgeçilmezi olarak zekayı işaret edeli yıllar oldu

Öncü Kuşak 

Toplum olarak önümüzü açacak, dünyayı iyi tanıyan, çağrısı çağını kuracak, bize yol haritası çıkaracak, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden yalnızca hakikatin izini sürecek ilim, irfan ve hikmet yolculuklarına çıkacak bir öncü kuşak yetiştirmek istiyorsak eğer; bize düşen, bu baş döndürücü süreç içinde hakikat kaleleri yıkılmadan evvel oraları mesken eyleyen kötülere kötü, yaptıkları yanlışlara yanlış, çirkinliklere çirkinlik diyebilmek; bunu yaparken de tamahkâr bir tüccar gibi fayda zarar hesabı ile değil; hakiki bir Müslüman hasbîliği içinde faydadan feragat ederek zararı göze alarak kötünün kötülüğünü, çirkinin çirkinliğini, yanlışın yanlışlığını ifade edebilmektir.

Beynim ilk cildini henüz bitirdiğim “Eğitim mi Öğütüm mü” kitabına odaklanmış halde bu ayrımsamaları yaparken Anadolumuzun en ücra yerlerinde de olsa kabahatli aramak yerine mevcut enerjimizi ve kaynaklarımızı gençler için nasıl kullanabiliriz düşüncesi içinde eğitimi bir problem alanı değil bir çözüm alanı olarak görüp gecesini gündüzüne katan insanlara denk gelmek yüreğimi ısıttı son iki haftadır. 

Yer, Van İlimizin Erciş İlçesi. Çıkmış olduğumuz yurt turnemizde 21.İlimiz ve 196.İlçemiz. Nüfus yoğunluğu itibariyle 26 İlimizi sollayan, sahip olduğu coğrafi konum ile güney sahillerimizi aratmayan güzellikte; buram buram tarih kokan; çok sıcak, samimi, oldukça misafirperver bu ilçemizi günde üç kurum ve akşamları da bir öğrenci pansiyonu ziyaret etmek suretiyle 13 günde tamamlayabildik. 

Evet, bir elin parmaklarını geçmeseler de yüreğini göğe yakın tutan, ışığa yönelen; oturduğu koltuğa üslubunu, şahsiyetini, rengini veren, yöneticiliği hükmetmek değil hizmet etmek olarak gören yöneticiler de var güzel ülkemde ama koltuktan üslup, şahsiyet, renk devşirenler de mevcut maalesef. Birinde koltuğu alıversen adamdan geriye hiçbir şey kalmıyor, diğerinde adamı alsan koltuk anlamsız kalıyor. 

Ancak satırlarımda ısrarla andığım gibi ; ne olursak olalım, olduğumuz o şeyin arkasında durabilecek kadar birikimimiz, doğrularından taviz vermeyecek bir karakterimiz, bayağı ihtiraslar için yamulmayacak bir şahsiyetimiz olmalı. Zira kötüye kötü diyecek kadar cesaretimiz yok toplum olarak belki ama, hiç olmazsa yanlışa doğru demeyecek, doğru gördüğümüzü de dillendirecek kadar kendimize saygımız olmalı! 

Mademki kişinin yahut eylemin iyi-kötü ve/ya doğru-yanlış olmasında tek mihenk hak ve hakikattir; öyleyse kişiler ve eylemler bize yahut sevdiklerimize sağladıkları fayda sebebiyle değil, hakikate nispetlerine göre iyi-kötü, doğru-yanlış diye tarif edilmelidir. Aksi halde bize faydası olduğu düşüncesiyle kötüyü ve yanlışı sahiplenip bize zararı olduğu vehmiyle iyiyi ve doğruyu ortadan kaldırmak durumunda kalırız.

(Devamı yarın)

<