CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

ESKİ BİR FOTOĞRAF…

Bu eski, siyah beyaz fotoğrafı  bir kış günü, bir dağ köyünde çekmiştim. Fotoğraftakiler  ,yıkılmış bir damın  temelleri üzerinde halay çeker gibi omuz omuza  durmuşlar…

Fotoğraftakiler  ; soldan sağa başlığına beyaz yazma  dolamış , üzerinde lacivert  pazeniyle yaşlı kadın ailenin Ate(*)si, anası. Lacivert pazeni  üzerinde beyaz çiçekler uçuşuyor.  Ana  kendini emniyete almış. Kat kat  entarilerin altında  beyaz içlik giymiş. Yün kuşağın üzerine bervanik (**) bağlamış. Altında kara şalvar, çorap  ve kara lastik… 

Ate’nin eteğine yapışan başı kabak, pijamalı,  yalınayak ,somurtkan  oğlan küçük yaşlı kadının torunu. Adını hatırlayamadım.  Mamo’nun oğlu. Devamlı sümüğü akardı. 

Yaşlı  kadının solunda, sigara içmediği halde ağzında sigara ile poz veren   delikanlı  ,bir inşaatın beşinci katında kalıp yaparken düşüp ölen  rahmetli  Halo. 

Büyük kardeş   Mamo, beyaz gömlek, yelek, ceket, şalvar, düğüne gider gibi giyinmiş.  Sert tütün içer,  yediği acı isot  ile   ağzından alevler  saçardı.. 

Önünde duran  güleç oğlan  Mamo’nun   büyük oğlu.    

En sağdaki kişinin kim olduğunu bilmiyorum. Kolu dışındaki her şeyi fotoğraf dışında kalmış.  

Nedendir bilmem ne zaman baksam bu resme , bende sert bir tütün etkisi bırakır.  Mamo’nun ağzında alevlenen  isotun acısı  ile  sert tütünün  dumanı  genzimi yakar. Ne güzel bir aileydi. Hayır bereket vardı o zamanlar.  Su vardı. Meyveler boldu. Arılar bal veriyordu. 

 Hayır bereket kalmadı bir zaman sonra.  Suni gübreler, tarım ilaçları  toprağı çürüttü. Kimsenin ağzında tad kalmadı.  

Fotoğraftaki  iki oğlan büyüdü.  Büyükler, yaşlı kadın Ate , Halo  ve  Mamo  öldüler .  Zaman adamların hayatları üzerinde de hükmünü icra eyledi. Geride  iki oğlan kaldı. Bir de ıssızlaşan toprak…

Bir gün dayıları bunlara  şehrin yolunu göstererek ; 

-Ula gurro(***)lar , bu köyde ne su  var ne de toprak var.  Var gidin buradan şehere. Sizi ancak şeher paklar, dedi .

Söz dinleyip temiz bir üst baş giyinip  şehirde  fırında çalışan dayılarının yanına indiler. 

Dayıları , yeğenlerini  yanına aldı. Fırında ayak işi yaptılar. Un çuvalları üzerinde yatıp kalktılar. Fırında yediler içtiler.  Hamurkarların önüne dolu tekneyi alıp ,boşunu sürdüler. Yerleri silip süpürdüler. Lokantalara , bakkallara  ekmek dağıttılar. Helva ekmek ile gün geçirdiler.

 Hikayelerde zaman çabuk geçer… 

Taşı toprağı altın İstanbul  bunlara gel, deyince  ,bunlar  fırına veda edip ellerinde bavulları kara  trene bindiler.  Kara tren  otuzaltı saat sonra Haydarpaşa’ya  vardı.. Garın merdivenlerinde denizi gördüler. Sonra  kalabalığa karışıp vapura bindiler. 

Vatan Caddesi’nde hemşerilerinin kaldığı   bir bekar hanına gittiler.  Hemşerileri  onlara birer  üç teker alıp; 

-Haydin  ula  gurrolar ,  elinizi tutun, ilerleyin, dediler. 

İlerlemek için  hemşerilerinin dolaştığı Vatan caddesini mekan tutular. Helva ekmek ile idare edip ,serbest piyasa şartları  hükmünce  aldıkları meyve ,sebzeyi  bire alıp  beşe ,ona sattılar.   

 O zamanlar İstanbul’da   bozuk düzen var gücüyle  sürmekte , kör tuttuğunu bırakmamakta idi.  Enflasyon, yokluk pahalılık karaborsa  almış başını gitmekteydi.  Bunlar da  tuttuklarını bırakmadılar. Elini uzatanların kollarını bırakmadılar. 

İstanbul’un gökdelenleri , ışıltılı alışveriş mağazaları gözlerini almıştı. Daha çok zengin olmak için gecelerini gündüzlerine kattılar. 

 Durmayıp  Ege tarafından bağ bahçeler kiralayıp toptan sebze ve meyve ticaretine girdiler.  Kabzımallara sebze meyve taşıtıp ,kamyon masrafını düştükten sonra  işçi ücreti dahil  aradaki  farkı ceplerine atıyorlardı.

Bir zaman sonra, para ceplerine sığmaz oldu. Boş zamanlarında  paralarını yataklarının üzerine sererek bu sihirli kağıtlara bakarak  kucaklayıp havalara savurup  öpüp okşadıkları, üzerinde yattıkları  rivayet olundu.  

Ertesi gün  sebze halinde dükkan  ve kamyon satın aldılar. Yanlarında hamal olarak çalıştırdıkları köylülerinin paralarının  vermediler.  Ödeme zamanı gelince de  boş ceplerini gösterip zavallıların emekleri  üzerine yattılar.  Uzatmayalım. Nice ahlar aldılar.

Kimsenin ahı yerde kalmaz.   Bir süre sonra büyük oğlan  hastalanıp hastaneye düştü. Hastaneye yatarken   sümüklü kardeşine işleri idare için bir  vekaletname  verdi. 

Fırsatı kaçırmayan sümüklü oğlan hile hurdada hayli tecrübe sahibi olmuştu. Eline geçirdiğinin altından girip üstünden çıktı.  Karı zarar gösterdi. Dükkan hisselerini satıp parasını cebine indirdi. Daha da önemlisi bir zamanlar sahip olduğu insanlık değerleri adına ne  varsa  hepsini kaybetmişti. Geldiği noktada herkese zarar vermişti.  

Paranın üzerine kapanan  sümüklü  elifi görse mertek zannedecek kadar cahildi. Kabında durmayıp müteahhitliğe soyundu. Sağdan soldan borç paralar  alarak arsa karşılığı yaptırdığı apartmanları önünde  kiralık arabalar ile  fotoğraflar çektirdi. Feysbooka koydurduğu  fotoğraflarının altlarına “işimin patronuyum”  diye yazılar yazdırttı. 

 Neyi kestiğini bilmeden  çekler senetler kesti. Ne kestiğini fark edince artık iş işten geçmişti.  Tefecilerin eline düşmüştü. Zenginlik hırsıyla  her şeyini tefecilere kaptıracak, borcunu ödemek üzere kanının son damlasına kadar çalışmak zorunda kalacaktı. Sağlığı bozulmuş  gövdesi gibi suratı da şişmeye başladı. Sümüğünden  eser kalmamıştı. 

Büyük kardeş hastaneden çıkınca  bundan hesap sordu.   Sümüklü paraların üzerine yatmıştı. Dükkanlar, verdiği paralar pul olup uçmuştu. Üstelik kendisini borçlu çıkarmıştı…

Eski  fotoğraftan bir ailenin teferruatı uzun bir hayat hikayesini kısa versiyonuyla yetindik. Arife tarif gerekmez. Kıssadan hissemiz ; Eden bulur !..

 Hasta kardeş “ sümüklü” ye  “tu lanet!”  okudu, elinde bavulu yüzünü köye doğru döndü.  Sümüklüyle  birlikte çıktıkları  İstanbul macerasında  tek başına kalmıştı. Hastaydı.   Akrabalarını, köylülerini, kardeşlerini, tanıdıklarını herkesi kaybetmişti. 

İstanbul’u terk edip tek başına  köye döndü. Köye vardığında akşam karanlığı çökmüştü.  Baba evinin, kapısı kapalı,  ışıkları sönüktü ,  ocağında  duman tütmüyordu… 

---------------------------------------------

(*)  Ailede herkes yaşlı kadına  böyle sesleniyordu.

(**) önlük

(***)  Hintçede  evlat , anlamına geliyor.

<