Esnaf
Üretim ve üretilenin sunulması ne kadar kadim ise el emeğinin tasnifinden ortaya çıkan esnaf kurumu da o kadar eskidir. Esnaf teşkilatı, Osmanlı döneminde askerî şahıslar dışındaki bütün şehirli sanatkar nüfusu bünyesinde örgütlenmiş olarak bulunduran, kendine has gelenekleri olan bir sistemdi. Esnaflar şehrin yönetimi ve ekonomisinde sahip olduğu önem yanında, sanat ve ticaretle uğraşanlarla, ulaşım ve hizmet işçilerinin sosyal hayatlarında da temel olmuştur.
Osmanlı’da esnaf karşılıklı kontrol ve yardım sistemi ile çalışıp aşağıdan yukarıya çırak, kalfa, usta, yiğitbaşı, ustabaşı, esnaf kethüdası ve esnaf şeyhi olarak teşkilatlanıyordu.
En alt basamakta bulunan kimselere, genellikle çırak ya da şakird deniliyordu. Sanat öğrenmek için bir ustanın yanına çırak olarak giren kimsenin ustasına itaat etmesi ve girdiği sanat dalının geleneklerine uyması şarttı. Her çırağın okuma yazma bildiğini gösterir bir tezkere sahibi olması ve kadılarca verilen bu tezkerenin meslek derneği olan loncalar tarafından onaylanması gerekiyordu. Ustaların genellikle bir veya iki çırakla çalışmaları adetti. Çıraklık döneminde ihtiyacına göre bir ücret alan aday, belli bir süre çalışıp mesleğinde ilerlediğini ispatladıktan sonra kalfalığa yükselirdi.
Kalfalığı sırasında ücreti artar, ustasının yanında üretime yardımcı olur ve çıraklara nezaret ederdi. Kalfanın en az üç yıl çalışması, hakkında herhangi bir şikayete meydan vermemesi, çırak yetiştirmesinin yanı sıra, bağımsız bir iş yürütebilecek kadar becerikli olduğunu göstermesi gerekiyordu. Çalıştığı mesleğin inceliklerini öğrenen kalfanın ustalığa geçişi, törenle yiğitbaşı eliyle bir tür kuşak olan şed veya peştemal bağlanmasıyla ve kalfanın yaptığı işlerin lonca ustalarına gösterilmesiyle gerçekleşiyordu. Yeni ustanın yapmış olduğu işler, ustalar ve zengin esnaf tarafından satın alınır, toplanan paralar yeni ustanın kullanacağı sermaye olurdu.
Usta olmakla, lonca mensubu, kendi dalında en yüksek meslek basamağına erişmiş oluyordu. Ancak, ustalar içerisinde mesleğinin inceliklerini en iyi bilen bir seçkinler grubu vardı ki, bunlara ihtiyarlar deniliyordu. Bunlar esnaf ustalarının en yaşlı olanlarından ziyade, gerek esnaf içerisinde gerekse devletle olan ilişkilerde ön plana çıkan, işi bilen maharetli kimselerdi
Bir mesleğin icrası için gerekli dükkan ile içindeki alet-edevatı anlatmakta kullanılan bir tabir olan gedik, Osmanlılarda esnafın bir sanatı icra edebilme yetkisi manasına da geliyordu. Her mahallede bulunan esnafın sayısı ustalık adıyla sınırlandırılmış, gedik usulüyle bir sanat dalında kaç ustanın çalışacağı ve bu iş kolunda kaç dükkan açılacağı belirlenmişti. Ustaların sayısının ne olacağı hususu her şehrin esnaf teşkilatı ve bilhassa ilgili meslekte çalışan ustaların ve yöneticilerin kararıyla belirlenmekteydi.
Her esnaf grubunun idari heyeti ayrı olmakla beraber, hemen hepsinin başında bulunan bir esnaf şeyhi, kethüdası veya bir ustabaşısı bulunmaktadır. Duacı, yiğitbaşı gibi diğer yardımcı esnaf ileri gelenleri ise, esnafın ve şehirlerin büyüklüğüne göre bulunuyorlardı.
Devletin esnaf üzerinde dolaylı bir kontrol sistemi vardır. Bütün esnaf kuruluşları hammadde temini, imalat, fiyat, pazarlama gibi üretim, fiyat koyma ve satış aşamalarında devletin denetimi altında bulunuyor ve genellikle savaş zamanlarında serbest meslek sahipleri de devlet hizmetine alınabiliyordu. Sarayın hemen dışında da aşçı, helvacı, ekmekçi, çamaşırcı, terzi, mürekkepçi, kağıtçı, kuyumcu, çilingir, güğümcü, kürkçü, kazancı, hakkak ve saraç gibi sanatkarlardan oluşan saray esnafı bulunuyordu. Devletin esnaf politikası iki temel amaca hizmet ediyordu. Üretim halkın ihtiyacını karşılamalı ve her ürün ile hizmet için uygun bir fiyat oluşturulmalıydı. Devletin esnafa müdahaledeki en önemli aracı tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle zorunlu tüketim maddeleri için saptadığı fiyat olan narhın tespitiyle bunun uygulanması idi. Ekmek, et, her türlü katı ve sıvı yağlar, peynir, süt, yoğurt ile bu maddelerin yapımında kullanılan ürünler için narhı ihlal ederek yüksek fiyatla mal satan esnaf vurguncu olarak vasıflandırılıyor ve idamın da söz konusu olduğu ağır cezalara çarptırılıyordu.
Üretim veya alım-satım yapan esnaf grupları içerisinde gıda, dokuma, deri, nakliye, metalurji-silah ve doğramacı esnafı, dükkan ve çalışanların sayısı açısından en kalabalık olanlarıdır. Belirtilen esnaf grupları içerisinde pabuçcular 3400, terziler 3000, eyerciler 1084, çizmeciler 1000, meyhaneciler 1435, kokucular 2000, fırıncılar 999, kereste ve doğramacılar 1000‟i aşkın dükkana sahiptir. Çalışanların sayısı açısından İstanbul esnafı içerisinde, fırıncılar 10.000 kişi ile ilk sırayı almaktadır. Diğerleri sırasıyla, değirmenciler 9800, pabuçcular 8000, meyhaneci-şarapçı 6080, doğramacılar-gemi inşaatı- 6000, kandilciler 5500, terziler 5000, eğerciler 5000, marangozlar 4000 ve koku satanlar 3000 kişiden oluşmaktaydı.
Osmanlı’da klasik üretim mekanizması devam ederken Avrupa'da gerçekleşen sanayi devrimi ile oluşan kaliteli ve hızlı üretim artışı, Avrupa devletlerinin birbirlerine karşı gümrük duvarlarını oluşturmalarına ve daha uzak ülkelerde pazar ve hammadde arayışlarına sebebiyet verdi. Aynı zamanda makineleşmeyle birlikte iktisadi alandaki üstünlüklerini siyasi alandaki başarılarıyla birleşti. Osmanlı dahilinde yabancı malların girişindeki artış hızlanarak birkaç katına çıktı. Yapılan ticari anlaşmalarla bazı Osmanlı esnafı ucuz ve iyi ürün satan yabancı rakipleri karşısında korumasız kaldı, yerli sanayide başta dokuma sektörü olmak üzere hızlı bir çöküş başladı.
Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu askeri, siyasi ve iktisadi problemler ağır vergi olarak esnafı ayrıca vuruyordu. Ekmekçi, börekçi, nalbant, katırcı, çilingir, hurdacı ve kavukçu gibi çok farklı esnaf gruplarının sayıları da hızla azalıyordu.
“Geliri sermayesinden çok emeğe dayanan ve ancak geçimini temin edebilecek kadar kazancı olan kimse” şeklinde tarif edilen esnafın kısa tarihi böyleydi. Osmanlı'dan günümüze ekonomik, sosyal ve kültürel hayatımızda çok önemli bir rol oynamıştı. Etkilerini bugünkü ticari ve ekonomik hayatımızda da sürdürmektedir Manevi tarihinde ise ahlak, bilginin kutsallığı, müşteri kutsallığı, doğruluk ve dürüstlük gibi değerler vardı. Öfkelenince yumuşak davranmak, yabancıları ağırlamak, suçlu- suçsuz, Hıristiyan-Müslüman kim olursa olsun kendilerine sığınanlara zanaat-sanat öğretmek esnafın geleneğiydi. Esnafın alnı, kalbi, kapısı açık; eli, beli, dili kapalıydı.
Tüm toplumun aydınlığa, refaha, huzura kavuşmasında önemli bir roldü esnafınki. Ticaretin küreselleştiği, rekabetin arttığı, insanlarda mal ve eşya açlığının dayanışma ruhunu öldürdüğü günümüzde birbirini rakip gören işletmelerden değil, birbiri ile dayanışma içinde olan esnaf kültürü ile ekonomik ahlakın yerleştiği bir toplum oluşturmak zor görünüyor.