CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

EV

Cenab-ı Rabbülalemin , Adem babamız ile Havva anamızı cennetten çıkarıp yeryüzüne indirirken, yanlarına  iblisi  de kattı. Estauzibillah, dedi ki;

-Sizleri yeryüzüne  indiriyorum. Bir zaman için  burada yaşayacak, sonra bana döneceksiniz , dedi. 

Diğer bir anlatıma  göre de; 

-Birbirinize düşman olarak inin.  Bir zaman burada oyalanacak,  sonra tekrar bana döneceksiniz, dedi.

Sonra da  tembih etti;

-Sizi ebedi yurdunuzdan eden  iblise uymayın. Aklınızı  kullanıp iyi işler yaparsanız sizi tekrar cennetime alırım, dedi.

Adem babamız ile Havva anamız  Allah' a verdikleri sözü unutunca  çırçıplak kaldılar. Utandılar. Mahrem yerlerini kapatacak nesneler aradılar. Mahrem yerlerini incir yapraklarıyla örttüler. Denir ki; 

-Terziler ile modacılar , bu   örtünme,  ihtiyacından ortaya çıktı !..

İblis ise buna  da  sıcak bakmadı. Kibirlendi . Üzerindeki siyah takınım tozunu fiskeledi. Burun kıvırdı. Şeytan- lain kılıktan kılığa girerek  bunları tekrar kandırmaya çalıştı;

-Avret mahallini örtmeye gerek yoktur. Zira  kedi, köpek, eşek, kuş, börtü böcek gibi uçan kaçan  mahlukat  daldaşşak gezmeyip don- gömlek, cilbab  giymeleri iktiza ederdi,  dedi.

Fıkıh alimlerine göre, ar, haya gibi  utanma duyguları  insana doğuştan verilmiştir. Bu sebeple atalarımız iblise uymayıp örtünüp  esvap giymişlerdir.

Ancak  sonradan  bazı insanlar, iblisin de iğvasıyla  Adem baba kılığında   gezmeyi  çağdaşlık  saymışlardı. Mesela bugün de Beşiktaş’ta, Kadıköy’de bir takım insanlar   don gömlekle  görünür olmayı bir marifet  sanmışlardır. 

Neyse bu husus  bayağı derin olduğundan  bunu başka bir yazının konusu  olarak  bir kenara koyalım.

Adem ile Havva anamız bu  işi devrine göre  çul çaput ile hallettikten sonra kendilerine başlarını  sokacak  bir yer, bir ev aradılar.  

Adem babamız ile hanımı çevreye baktıklarında gördüler ki, hayvanlar mağaralarda, ağaç kovuklarında, toprağın altında  yaşıyor.

Kendileri de öyle yapıp , 1 + 1 (günümüzde buna bir oda, bir salon deniyor) bir mağaraya girip ateş yakıp ısındılar, yemek pişirdiler. Yediler, içtiler, sonra da  yatıp kendilerinden geçtiler. 

Geceler günler geçti. Bir zaman böylece oyalandıktan sonra dışarı çıktılar. Mevsimine göre yağan kar, yağmur durmuş, güneş çıkmıştı. Arılar, kelebekler çiçekten çiçeğe konuyor, bülbüller en güzel şarkılarını  cıvıldaşarak söylüyorlardı. Adem babamız ile anamız çiçekleri koklayarak, zümrüt gibi  yemyeşil çayırların içinde debelenerek , altlarında  buz  gibi tertemiz suların aktığı derelerde duş alarak, devasa ağaçların üzerindeki  çeşitli  kuşların seslerini dinleyip mest oldular. Müzisyenler hayatın bu kıpır kıpır  şarkısından     ilham alıp müzik icra ettikleri, şairlerin şiir yazdıkları söylenmiştir. 

Bir şair ağlayan bir çocuğu susturmak  için şöyle bir şiir yazmıştır;

Bak gökyüzü pırıl pırıl, 

Dere akar şırıl şırıl,

Cıvıldaşır dalda kuşlar,

Birbirine sokulmuşlar.

Adem babamız ile Havva anamız, çoluk çocuğa karışıp külfet artınca , 1 + 1 (Bir oda bir salon ) mağaralar  kifayetsiz  kalmıştı.  

Öte yandan  ekonomi yazarlarının  dediği gibi; yeryüzünde İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlıydı.

İlk zamanlar, ilk adamlar bu prensibe  dikkat edip israftan kaçınmışlar; ihtiyaçtan fazla  avlanmamışlar, tefriş hususunda tasarruf etmişlerdir. Modası geçti diye yepyeni mobilyaları koltukları çöplere atmamışlardı.

Ancak devir değişip kapitalizm icat olunca  iblis pis işlerin başına geçmiş , israf artmış, ortalık çer  çöpe kesmiştir. 

Bu husus da derin ve ayrı bir yazı konusu olduğundan bunu da bir kenara koyalım..

Adem babamız ile Havva anamız  mahal mahal gezip ev ararken yolda da   iblis ile karşılaştılar.  O, zamanlarda  İblis kendini saklamazdı. Kabak gibi ortadaydı.  

Melunun  yanında çalışan  siyah gözlüklü, siyah takım elbiseli, kravatlı  elemanları, ellerinde çantalar, çantaların içinde bir takım kağıtlar çıkardılar. Melun  bunlara;

-Boş durulmuyor. Emekliye ayrıldım. İnsanlığa hizmet etmek için müteahhitliğe başladım. Size münasip   2+1, 3+1, 4+1 dairelerim var, size vereyim. Hizmet okullarım var ki , şöhreti  Pensilvanya'ya kadar uzanır, dedi

Şeytan-i lain yanındaki  elemanların  bir kısmı mimar, mühendis, duvarcı ustası , öğretmen , taşaron kabilinden Mısır’ da  Nemrut zamanından gelme - kalma  kişilerdi.  

Çantalarını açtılar  papirüslerini yere serip yer gösterdiler. İfadelerine göre  daireler deniz manzaralı, metroya yakın, depreme dayanıklı kelepir dairelerdi.

Adem babamız ihlaslı imanlı bir zat idi. Düşük faize, verilen söze kanmadı. Lüksten şatafattan, külliyeden, deniz manzaralı dairelerden, konaklardan uzak durdu. Temiz bir hayat yaşayıp ebedi aleme irtihal etti. 

Aradan zaman  daha geçti. Yel üfürdü su götürdü,  her gelen   ev arayışını   sürdürdü. 

1 +1, 2+1, 3+1, 4+1 dairelerin  sarayların,  konakların, köşklerin sahipleri   pencerelerinden sokakta sürünen fakir, perişan,   aç, evsiz insanları seyretmekle yetindiler. 

Velhasılı, insanlar ev almak için ömürleri boyunca çalıştılar. Bankalara, tefecilere  faiz ödediler. Müteahhitlerin bitmez tükenmez dolaplarına maruz kaldılar. Ölmeden önce ev sahibi oldular ya da olamadılar. Tam ev sahibi olacakken nefesleri kesildi. Çıplak geldikleri gibi ebedi aleme çıplak gittiler. 

Ölenler  toprak altında   yatarken , geride  kalanlarından  sitem  yollu sözler işittiler. Herkesin sarayı, yatı, katı, köşkü var iken  ata serveti   neden nohut oda bakla sofa idi ?

Mevzu derindir. Ölenler ölmeyecek gibi yaşadılar, kalanlar ölmeyecek gibi yaşamaya devam ediyorlar.

Bu hususta söylenecek  son söz şudur;  insanoğlunun yeryüzü  macerası  ev arama macerasından ibarettir. Hayatı boyunca başını sokacak ev aramış , tam içine girerken  dünya değiştirmiştir. Helal yoldan yaptığı kazancıyla ancak bir ev alabilir. Atalarımız bu hususta  şöyle demişlerdir : çok laf yalansız çok  mal haramsız olmaz. 

Allah-u Teâlâ , bu geçici  hayatta, bu ev arama macerasında kulu kula muhtaç etmesin , soygun, sömürü , faiz belasından, kibirden, şatafattan ,  şeytanın şerrinden korusun. 

Amin.

<