EV
Cenab-ı Rabbülalemin , Adem babamız ile Havva anamızı cennetten çıkarıp yeryüzüne indirirken, yanlarına iblisi de kattı. Estauzibillah, dedi ki;
-Sizleri yeryüzüne indiriyorum. Bir zaman için burada yaşayacak, sonra bana döneceksiniz , dedi.
Diğer bir anlatıma göre de;
-Birbirinize düşman olarak inin. Bir zaman burada oyalanacak, sonra tekrar bana döneceksiniz, dedi.
Sonra da tembih etti;
-Sizi ebedi yurdunuzdan eden iblise uymayın. Aklınızı kullanıp iyi işler yaparsanız sizi tekrar cennetime alırım, dedi.
Adem babamız ile Havva anamız Allah' a verdikleri sözü unutunca çırçıplak kaldılar. Utandılar. Mahrem yerlerini kapatacak nesneler aradılar. Mahrem yerlerini incir yapraklarıyla örttüler. Denir ki;
-Terziler ile modacılar , bu örtünme, ihtiyacından ortaya çıktı !..
İblis ise buna da sıcak bakmadı. Kibirlendi . Üzerindeki siyah takınım tozunu fiskeledi. Burun kıvırdı. Şeytan- lain kılıktan kılığa girerek bunları tekrar kandırmaya çalıştı;
-Avret mahallini örtmeye gerek yoktur. Zira kedi, köpek, eşek, kuş, börtü böcek gibi uçan kaçan mahlukat daldaşşak gezmeyip don- gömlek, cilbab giymeleri iktiza ederdi, dedi.
Fıkıh alimlerine göre, ar, haya gibi utanma duyguları insana doğuştan verilmiştir. Bu sebeple atalarımız iblise uymayıp örtünüp esvap giymişlerdir.
Ancak sonradan bazı insanlar, iblisin de iğvasıyla Adem baba kılığında gezmeyi çağdaşlık saymışlardı. Mesela bugün de Beşiktaş’ta, Kadıköy’de bir takım insanlar don gömlekle görünür olmayı bir marifet sanmışlardır.
Neyse bu husus bayağı derin olduğundan bunu başka bir yazının konusu olarak bir kenara koyalım.
Adem ile Havva anamız bu işi devrine göre çul çaput ile hallettikten sonra kendilerine başlarını sokacak bir yer, bir ev aradılar.
Adem babamız ile hanımı çevreye baktıklarında gördüler ki, hayvanlar mağaralarda, ağaç kovuklarında, toprağın altında yaşıyor.
Kendileri de öyle yapıp , 1 + 1 (günümüzde buna bir oda, bir salon deniyor) bir mağaraya girip ateş yakıp ısındılar, yemek pişirdiler. Yediler, içtiler, sonra da yatıp kendilerinden geçtiler.
Geceler günler geçti. Bir zaman böylece oyalandıktan sonra dışarı çıktılar. Mevsimine göre yağan kar, yağmur durmuş, güneş çıkmıştı. Arılar, kelebekler çiçekten çiçeğe konuyor, bülbüller en güzel şarkılarını cıvıldaşarak söylüyorlardı. Adem babamız ile anamız çiçekleri koklayarak, zümrüt gibi yemyeşil çayırların içinde debelenerek , altlarında buz gibi tertemiz suların aktığı derelerde duş alarak, devasa ağaçların üzerindeki çeşitli kuşların seslerini dinleyip mest oldular. Müzisyenler hayatın bu kıpır kıpır şarkısından ilham alıp müzik icra ettikleri, şairlerin şiir yazdıkları söylenmiştir.
Bir şair ağlayan bir çocuğu susturmak için şöyle bir şiir yazmıştır;
Bak gökyüzü pırıl pırıl,
Dere akar şırıl şırıl,
Cıvıldaşır dalda kuşlar,
Birbirine sokulmuşlar.
Adem babamız ile Havva anamız, çoluk çocuğa karışıp külfet artınca , 1 + 1 (Bir oda bir salon ) mağaralar kifayetsiz kalmıştı.
Öte yandan ekonomi yazarlarının dediği gibi; yeryüzünde İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlıydı.
İlk zamanlar, ilk adamlar bu prensibe dikkat edip israftan kaçınmışlar; ihtiyaçtan fazla avlanmamışlar, tefriş hususunda tasarruf etmişlerdir. Modası geçti diye yepyeni mobilyaları koltukları çöplere atmamışlardı.
Ancak devir değişip kapitalizm icat olunca iblis pis işlerin başına geçmiş , israf artmış, ortalık çer çöpe kesmiştir.
Bu husus da derin ve ayrı bir yazı konusu olduğundan bunu da bir kenara koyalım..
Adem babamız ile Havva anamız mahal mahal gezip ev ararken yolda da iblis ile karşılaştılar. O, zamanlarda İblis kendini saklamazdı. Kabak gibi ortadaydı.
Melunun yanında çalışan siyah gözlüklü, siyah takım elbiseli, kravatlı elemanları, ellerinde çantalar, çantaların içinde bir takım kağıtlar çıkardılar. Melun bunlara;
-Boş durulmuyor. Emekliye ayrıldım. İnsanlığa hizmet etmek için müteahhitliğe başladım. Size münasip 2+1, 3+1, 4+1 dairelerim var, size vereyim. Hizmet okullarım var ki , şöhreti Pensilvanya'ya kadar uzanır, dedi.
Şeytan-i lain yanındaki elemanların bir kısmı mimar, mühendis, duvarcı ustası , öğretmen , taşaron kabilinden Mısır’ da Nemrut zamanından gelme - kalma kişilerdi.
Çantalarını açtılar papirüslerini yere serip yer gösterdiler. İfadelerine göre daireler deniz manzaralı, metroya yakın, depreme dayanıklı kelepir dairelerdi.
Adem babamız ihlaslı imanlı bir zat idi. Düşük faize, verilen söze kanmadı. Lüksten şatafattan, külliyeden, deniz manzaralı dairelerden, konaklardan uzak durdu. Temiz bir hayat yaşayıp ebedi aleme irtihal etti.
Aradan zaman daha geçti. Yel üfürdü su götürdü, her gelen ev arayışını sürdürdü.
1 +1, 2+1, 3+1, 4+1 dairelerin sarayların, konakların, köşklerin sahipleri pencerelerinden sokakta sürünen fakir, perişan, aç, evsiz insanları seyretmekle yetindiler.
Velhasılı, insanlar ev almak için ömürleri boyunca çalıştılar. Bankalara, tefecilere faiz ödediler. Müteahhitlerin bitmez tükenmez dolaplarına maruz kaldılar. Ölmeden önce ev sahibi oldular ya da olamadılar. Tam ev sahibi olacakken nefesleri kesildi. Çıplak geldikleri gibi ebedi aleme çıplak gittiler.
Ölenler toprak altında yatarken , geride kalanlarından sitem yollu sözler işittiler. Herkesin sarayı, yatı, katı, köşkü var iken ata serveti neden nohut oda bakla sofa idi ?
Mevzu derindir. Ölenler ölmeyecek gibi yaşadılar, kalanlar ölmeyecek gibi yaşamaya devam ediyorlar.
Bu hususta söylenecek son söz şudur; insanoğlunun yeryüzü macerası ev arama macerasından ibarettir. Hayatı boyunca başını sokacak ev aramış , tam içine girerken dünya değiştirmiştir. Helal yoldan yaptığı kazancıyla ancak bir ev alabilir. Atalarımız bu hususta şöyle demişlerdir : çok laf yalansız çok mal haramsız olmaz.
Allah-u Teâlâ , bu geçici hayatta, bu ev arama macerasında kulu kula muhtaç etmesin , soygun, sömürü , faiz belasından, kibirden, şatafattan , şeytanın şerrinden korusun.
Amin.