M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

EVET, BU KADAR BASİT! (1)

Hocam “Büyüklerimizden duyduğumuz kadarıyla eskiye oranla maddi durumlarımız çok iyi olduğu halde, neden ruhlarımız doymuyor” diye sormuştu gençlerimizden biri, bir söyleşi esnasında.

Anımsıyorum o an kısaca “kapitalizm” demiştim o delikanlıya ve eklemiştim; “her birimiz doymak bilmez birer tüketim makinesi haline getirildik çünkü.

Bu delikanlının sorduğu “ruhlarımız neden aç” sorusuna cevap bulmak adına dönüp bakalım bu yazımızla olsun yaşamlarımıza;

Teknoloji ilerledikçe ve makinelerin istilası devam ettikçe “doğal” olanı bırakıp “yapay” olana yönlenme hızımız da eş zamanlı ilerliyor artık ve bu sayede yaşamın sahici, doğrudan seyrine dalınabilen, el uzatıp dokunabileceğimiz tüm güzellikleri malum mecralarca birtakım süreçlerden geçirilerek digital malzemelere dönüştürülüp katılıyor artık yaşantılarımıza. 

O yüzden olsa gerek ki yaşı kırk ve üstü okuyucu ve takipçilerimin dimağlarında bazı şeyler canlılığını korusa da özellikle “Z Kuşağı” olarak tabir ettiğimiz iki binli yıllardan sonra dünyaya gelen neslimizin bellek kapısı genellikle kapalı duruyor ve yaşamları harici bellekler üzerinde cereyan ediyor

Onların aşina olduğu ama gaz lambası çağından ilkin bilgisayar çağına ve ışık hızıyla da teknoloji çağına hormonlu bir geçiş yapan bizlerin ciddi anlamda bocaladığı bu süreçte andığım bu “z kuşağı”mızın rehberliğinde doğaya karşı derin bir özlem mi içeriyoruz, artık hayatımızın her alanında vazgeçilmezimiz olan telefon veya tabletlerimizden yüksek çözünürlükteki fotoğraflara, ultra keskin video görüntülerine bakıp sözün ona bu özlemimizi gideriyoruz uzun uzun. 

Ya da rutin yaşamlarımıza biraz heyecan katmak için sayısı milyonları bulan oyunlar, filmler, diziler, bin bir türlü efekt ve simülasyon hazır durumda o harici belleklerde. Hazır söz kalıpları, aforizmalar, özlü ifadeler drajeler halinde o malum mecralardan aktığı için kendimizi ifade etmek ve belli bir bilgi dağarcığına sahip olmak için kitap okumaya dahi gerek kalmıyor artık

Buram buram merhamet, rahmet, paylaşım ve kardeşlik kokan mahalle ilişkilerimiz çoktan tarihin tozlu raflarında yerini alıp “nostalji” haline geldiği için yeni insanlar tanımak adına yine o malum mecralarda herkes kendi kişiliğinin vitrinini düzüyor. 

Ancak benim kısaca saydığım ve sizlerin sayısını onlarca artırabileceğiniz bu donelerin hiçbiri hayatın doyulmaz güzelliklerini, zenginliklerini, karakterlerini verecek kadar gerçek olmadığı gibi hayatın içinden geçmediği, hayata dokunmadığı için ruhun ihtiyacı olan gıdayı da yazık ki karşılamıyor. 

Öyle ya her biri yapay, kurgusal, rötuşlanmış, işlenmiş, kılıfına uydurulmuş gerçeklikler olduğu için adı üstünde sanal bir dünyanın malzemeleri bunlar. 

Doğanın herhangi bir güzelliğine saatlerce, defalarca, bir ömür döne döne hayranlıkla dalıp gidebilirsiniz, peki ekranlarımızda gördüğümüz aynı güzelliklerin fotoğraflarına kaç kez dönüp bakıyoruz sizce? 

Yağan bir yağmurun altında şımarık bir ruh hali ıslanmanın, bu yağmur sonrası etrafa yayılan buram buram toprak kokusunu ciğerlerimize kadar çekmenin veya bir seher vakti ruhumuzu okşayan kuş cıvıltılarının verdiği hazzın dimağımızda kalan enfes lezzetini hangi marka digital ekran daimî kılar ve aynı tadı verir sizce?

Ya da gerçeğin sabitlenmiş görünümleri, sözlerin dolaşımda değer ve derinlik kaybına uğrayan anlamları, insanların kendini dışavurma, öne çıkarma çabalarıyla dönüştürdükleri kişilikleri ne kadar süre oyalar, ne kadar ikna eder ki bizleri!

Farkında mısınız bilmiyorum, neredeyse birbirini hiç tanımayan, tanımaya hiç imkân bulamayan, buna ihtiyaç da hissetmeyen; herkese imajlar, kalıplar, ezberler üzerinden bakan ve bu nedenle de birbirini göremeyen insanlar haline geliyoruz hızla

Kabul etsek de etmesek de hepimiz bir savrulma hali içinde her günün içini tıka basa dolduracak bir sürü meşguliyete sahibiz ama ne tuhaf ki bu denli bir meşguliyet içinde hayata dair avucumuzda bir şey yok. 

(Devam edecek)

<